top of page
  • Writer's pictureSiyasal İktisat

Faşizm Nedir? – Terry Eagleton (Çev. Haydar Karaman)

Updated: Jul 12, 2020

Sadece birkaç yıl önce, benzer başlığa sahip bir makale, İkinci Enternasyonel veya Rosa Luxemburg’un emperyalizm teorisi üzerine kaleme aldığı makalesine benzer tarihsel bir ilgi görecekti. Ama faşizm artık sadece antika çıkarlardan ibaret değil. Dünyada tekelci kapitalizmin krizi şiddetlenirken, faşizm gelişmiş kapitalist toplumlarda bir kez daha gerçek bir politik mesele olarak belirmekte ve kurucu yapıların kimi tarihsel analizleri, politik bir görev olarak faşizmin kökünün kazınması için kesinlikle vazgeçilmez olarak ortaya çıkmaktadır. Ne var ki; bu birçok nedenden dolayı kolay değildir. Bir kere faşizm oldukça karmaşık bir fenomendir, ve bu nedenle, teorik iflası doğrudan politik iktidarsızlığa yol açan kaba indirgeyici açıklamalara cazip bir şekilde katkıda bulunur.


Diğer bir husus da, Ulusal Cephe yerel belediye binasının önünde toplanırken faşizmin tarihini ve teorisini gözden geçirmek için her zaman yeterli zamanınız yoktur. Böylece ön araştırma, faşizmin gerçekte neyi ifade ettiğini incelemek gibi baştan çıkarıcı bir yer değiştirme haline dönüşebilir. Toplumumuzda, faşizmin tarihsel olarak geliştiği bu sıralarda, siyasetten şahsiyetsizce uzaklaştırma ile arasına bir çizgi çekmenin ve devrimci proleter liderliğin inşası yoluyla burjuva devletin yok edilmesinden, yapısal olarak daha az belirleyici bir konuya yöneltmenin ne kadar ciddiye alındığını bilmek de bir sorundur. Burada, faşizm konusu cinsellik konusuna benzemektedir: patolojik saplantı ile çileci küçümseme arasındaki çizgiyi çizmek asla kolay değildir.


Faşizmi tekelci kapitalizmin en saf, en serbest, en zararsız biçiminde egemenliğini sağlama çabası olarak görmek aslında indirgeyici bir formülasyon riski doğurmaktadır. Fakat elbette tekelci kapitalizm böyle yapmak konusunda son derece isteksizdir. Burjuva toplumu, liberal-demokratik ideolojilerin gelişiminde muazzam miktarda tarihsel enerji harcamış ve siyasi iktidarını, konuk odalarında olmasına bile tahammül edemeyeceği, bir grup paranoyak-küçük burjuva hayduta devretmek için sınıf mücadelesinin bu ayrıntılı ideolojik istikrarından isteyerek vazgeçmeyecektir. Burjuva devletin; sınıf iktidarı mekanizmalarına dayalı zengin, becerikli, “özgür” ideolojilerini terk etmesi ve bunun yerine Brechtian bir imajı benimsemesi yalnızca “düzeneği gözler önüne seren”, son ve umutsuz bir çaredir. Bu, tabii ki, devrimciler tarafından hoş karşılanan bir durumdur, zira devrimcilere nefes alma alanı sağlar. Nihayetinde bir devrimcinin korkması gereken tek bir şey vardır, o da ordudur. Son kertede başka hiçbir şey gerçekten de önemli değildir. Fakat burjuva devlet orduyu ancak gerçekten gerekirse kullanacaktır, çünkü böyle bir taktik, ihtiyacı olan ideolojik güvenilirliğin potansiyel olarak yıkılmasına (en azından çoğu zaman) yol açabilir ve kısa vadeli siyasi kazanımlara değmez. (Doğal olarak, ordunun kapitalist anavatanlarda/ülkelerde kullanılmasına atıfta bulunuyorum, İrlandalılar gibi yabancılar tarafından ezilen uluslar için ideolojik olarak kabul edilebilir bir mevzilenmeye değil.) Bu nedenle, hoş olmasa da en azından silahsız olan, bir polis gücüne sahibiz. Fakat eğer burjuva devleti orduyu kullanmak zorundaysa, tabii ki kullanacaktır. Bu yüzden nefes alacak yere -özgürlük sınırına- karar vermiştir. Tekelci kapitalizmin devam eden hegemonyasını sürdürmek ve hegemonyayı garantiye almak için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Bunu bir solcu paranoyası olarak gören herkes en azından Buchenwald Toplama Kampı'nı hatırlamalıdır.


Hiçbir geleneksel burjuva siyasi partisi faşizmi tamamen benimsememiştir. Bu tür partiler faşizmle ittifak kurarak onu ele geçirip, diğer bir yandan da iktidarda kimin olacağını belirlemek için faşizmi manipüle etmişlerdir. Faşizm, toplumsal demokratik ahlakın maskesini tekelci kapitalist makineden söker: egemen sosyal sınıf ile devlet arasındaki ilişkilere, parlamento ve siyasi partiler gibi aygıtlar aracılığıyla giderek daha az ihtiyatlı bir şekilde aracılık eder ve de giderek daha doğrudan ve vahşice görünür olur. Polis ve ordu gibi devlet aygıtlarının burjuva liberal egemenliği altında sahip olduğu görece belirgin özerklik, faşizm altında buharlaşır ve bu kurumların devletle gerçek bütünleşmesini ortaya çıkarır. Ancak tüm bunlara rağmen, faşizm sadece kapitalist hegemonyanın bir bütün olarak topluma zorunlu dayatması olmaktan çok uzaktır. Kapitalizmin liberal biçimlerinde büyük ölçüde yönetilenlerin rıza göstermesine benzer biçimde -etkin bir köle toplumu olan- faşizm klasik köle toplumundan farklıdır, çünkü, faşizm kökleri toplumsal oluşumun her alanında bulunan son derece popüler bir harekettir. (Bu, Marksizm'in 'Bonapartizm' olarak bilinen siyasal biçiminden farklıdır.) Faşizm, putşizmin (putchism) son derece militarist teorisini yaygın bir popülizmle birleştirir. Başka bir deyişle, eğer Nazilerin Alman devletini devirme pratiği bir bakıma Alman Komünist Partisi’nin aşırı sol politikalarının en kötü halinin bir yansımasıysa, bu nedenle, tam tersine, faşizmin tüm Alman toplumunu kulüpler, loncalar, cemiyetler ve sosyal ve kültürel yaşamın tüm yelpazesini kapsayan derneklerle radikal bir şekilde kaynaştırması; bir bakıma zamanın Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yerleşik, yaygın sosyal korporatizmine benzemektedir.

Faşizm, o halde, sadece gerektiğinde ortaya çıkar. Alman ekonomisi 1929'da çöktüğünde, 1930 yılında Nazi Partisi’nin üye sayısı %800 artarken, 1932'de 20 milyon Alman işsizlik yardımı alıyordu. Fakat kapitalizmin nesnel bir ekonomik krizi, kendi başına faşizmi doğurmak için yeterli değildir; faşizmin hızla büyümesi için bu krizin işçi sınıfının yenilgisi ve moral bozukluğu ile de örtüşmesi gerekmektedir. Alman faşizminin hikayesi 1918-19'da kısa ömürlü Alman İşçi Cumhuriyeti’nin parçalanmasıyla başlar ve SPD (Sosyal Demokrat Parti) ve KPD'nin (Komünist Parti) kuş beyinli aşırı solcu soytarıları tarafından Alman proletaryasına yapılan ihanetler dizisiyle kendini gösterir. İtalya'da, 1920 proletarya ayaklanmasının yenilgisi ve bunun sonucu olarak faşizmin saldırdığı boşluğu ortaya çıkaran, işçilerin ağır moral bozukluğuydu. Faşizmin, burjuvazinin proleter isyana karşı verdiği bir karşı tepkinin ürünü olduğu düşüncesi tehlikeli bir solcu efsanedir. Tam tersine, işçi sınıfının düzensiz ve savunmada olduğu, reformist bir liderlik tarafından ihanete uğradığı, devrimci bir alternatiften yoksun olduğu bir dönemde burjuvazinin büyük saldırısı anlamına gelen bir saldırıdır. O halde faşizmin bileşenleri çoktur: ekonomik ve politik kriz, proleter yenilgi, sosyal demokrasinin başarısızlığı, devrimci liderliğin yokluğu veya iktidarsızlıktır.


Politik olarak faşizm ne yönetim kurulu odasında ne de fabrika zemininde, aksine küçük burjuvazinin saflarında ortaya çıkar. Karakteristik olarak, tasarruflarının parçalara ayrıldığını gören, altlarındaki proletaryayla birlikte olmaktan korkan ama aynı anda üstlerinde yer alan etkisiz egemen sınıfa karşı isyan eden küçük burjuvazi ve yatırımcıların, politik ürünüdür. Milliyetçilik, elitizm, sıkı çalışma, meritokrasi, işçi isyanlarının korkusu, verimlilik, rasyonalizasyon ve devlet makinesi alışkanlıklarıyla eğitilen küçük burjuvazi, faşist ideolojinin filizlenmeye başladığı üreme alanı haline gelir. Küçük burjuvazi büyük ölçekli sermayenin kendi kurtuluşu için oluşturduğu tehditten korkan, burjuvazi ve proletarya arasında kendisini “tarafsız” olarak tanımlayan bir sınıftır; ve kontrolden çıkmış, tarumar haldeki ekonomik durumu onu kendi siyasi kurumlarını örgütlemekten sık sık aciz kıldığı için, kendi çıkarlarının temsilcisi olarak tüm sınıfların üzerinde yer alan “tarafsız” bir devlete güvenme eğilimindedir.


Faşizm bu anlamda, kendisini ekonomik bunalım ve “büyük” sermayenin yoğun gücünün gölgesinde bulan, ancak siyasi bir sesten yoksun olan bir küçük burjuvazi içinde ciddi bir krizin ürünüdür; ne burjuva ne de sosyal demokrat siyasal örgütler tarafından temsil edilmeyenler, taleplerini iletmek için faşist bir partiye yönelmektedir. Faşizmin hikayesi, gerçekten de, küçük burjuvazinin sıkıntılı ve rahatsız edici tarihinin en uzun siyasi yolculuğu içine alınmasının hikâyesidir. Faşizm, küçük burjuvaziyi, karışık ve muğlak ideolojisini sömürerek, proleter örgütlenmeyi bastırmak için bir güç olarak manipüle ederek kriz dolu tekelci kapitalizme karşı kışkırtır. Kendisini küçük-burjuvaziye, “atıl/boş zengin” ve “plütokrat” düşmanlarına karşı kinini paylaşan ve gerçek anlamda üretken işçiye (kapitalist ya da proleter) hayran olan popüler, radikal bir güç olarak sunar; ama aynı zamanda kendini, ulusun gerçekte ulus olduğu günlerin disiplinini, gururunu, dindarlığını ve içsel değerlerini yeniden kazandıran gelenekselci bir hareket olarak sunar.


Faşizmin 'radikalizmi' (en azından erken evrelerde) tamamen suni değildir: Naziler aslında birtakım saldırılar başlattılar. Bu, sözde “Uzun Bıçaklar Gecesi” liderleri, zenginleri öldürme konuşmalarını ciddiye alan hareketi sakinleştirmek için gerekliydi. Ancak klasik faşizmlerin tipik süreci daha karmaşıktır. Faşizm ilk başta iktidar sınıfı tarafından küçümsenmiş ve reddedilmiş, daha sonra siyasi kriz durumunda zaman zaman kullanılmış, sonra da siyasi durum geçici olarak istikrara kavuştuğunda terk edilmiştir. Kriz çözülmeyip büyük boyutlara ulaştığında, faşizm büyük sermayenin önemli miktarda mali bağışlar şeklinde gizli desteğini kazanmaya başlar. Bir sonraki aşama, faşizmin siyasal iktidarı ele geçirmesi, kendisini tekelci sermaye ile küçük burjuvazi arasında bir ittifak biçiminde sunması, hala bazı yönlerden radikal bir tavırla, kitlelere örgütlerini yok etme ve onları devlet kontrolündeki biçimleriyle değiştirme sürecinde hala bazı tavizler vermeye devam etmesidir. Küçük burjuvazi, devlet aygıtının görevlendirdiği yönetim sınıfıdır, ancak devleti tekelci sermayenin egemen çıkarlarına dayanarak yönetir. Az bir dizi küçük burjuva şikayetleri ile donatılmış bir programla kendini iktidara getirdiğinde, bu sınıfın çıkarlarını satma sürecine başlar. Sonunda, küçük burjuva ideolojisi hala tekelci kapitalist çıkarları desteklemek için bir araç olarak kullanılabilse de, faşizm sırtında iktidara tırmandığı sınıfı tamamen terk eder.


Eğer tekelci kapitalizmin ciddi bir genel krizi, faşizmin ortaya çıkışının klasik ön koşuluysa, bu aynı zamanda iktidar bloğunun kendi içinde de belirli bir siyasi kriz biçiminin tezahürüdür. Faşizm, tipik olarak, iktidar bloğundaki tek bir sınıfının veya fraksiyonunun hegemonyaya hükmedemediği bir durumu çözmek için ortaya çıkar; bu fraksiyonları bir araya getirmek için bir tutarlılık ya da arabuluculuk kuvvetine ihtiyaç vardır ve faşizmin sağladığı da bu güçtür. Tarihsel misyonu, toplumdaki hegemonik bloğu, içindeki bazı düzenlemeleri gerçekleştirerek birleştirmektir.


Örneğin Almanya'da, 1920'lerde tekelci kapitalizmin hızlı gelişimi, egemen sınıfın bu kesimi ile büyük ölçekli tarım sermayesi arasındaki bazı çelişkiler üretti; faşizmin misyonu, bu çatışmaları eskisinin çıkarları doğrultusunda çözmekti. Ekonomik programı -zorla kartelizasyon, fiyat istikrarı, vatandaşlıktan çıkarma, bayındırlık, savaş ekonomisi, vb.- egemen sınıfların diğer kesimlerinin pahasına büyük ölçekli sanayi sermayesi lehine yarar sağladı; ancak bu yeniden yapılanmanın aracısı devlet maliyesi olduğu için, esasen finansal tekelci sermaye hakim “seviye” haline geldi. İtalya'da faşizm aynı zamanda sanayinin tarım sermayesi üzerindeki hakimiyetini sağlamaya da hizmet etti; faşist parti aslında ülkenin gelişmiş kuzey bölgesinin bir ürünüydü ve tarımsal güneyin siyasi gücünü kırdı.


Almanya'daki ideolojik koşullar faşizmin büyümesi için tuhaf bir şekilde uygundu. Bismarkcı “tepeden inme devrim” tarafından iktidara getirilen Alman burjuvazisi, kendi özel ideolojisini üreterek egemenliğini konsolide edemedi. Almanya, liberalizmin uygun burjuva ideolojisinin yerine, faşizme geçiş için uygun güçlü militarist unsurlarla dönüştürülmüş bir feodalist ideoloji üretti. Alman küçük burjuvazisi de ideolojik olarak geri kalmıştı; geleneksel olarak yüksek (haute) burjuvaziye bağımlı olduğu için Fransız muadilinin Jakobenliğine eşdeğer bir ideoloji üretmedi. Yine de böyle bir ideolojinin unsurlarına faşizm tarafından el konulması için de tuhaf bir şekilde uygundu. Alman küçük burjuva ideolojisi, lider kültü, saldırgan milliyetçilik, otoriterlik ve “teknikizm” fetişleştirmesinde, tekelci emperyalist kapitalizmin ideolojik talepleri için klasik burjuva liberalizminden çok daha fazla erişilebilirdi. Örneğin, ailenin faşist kültü, kendisini sınıf terimleri yerine “aile içi” olarak tanımlayan parçalanmış, bireysel bir küçük burjuvazinin ideolojik koşullarına karşılık gelir; ancak böylesi bir ideoloji tarafından üretilen korporatizm, otorite ve hiyerarşi görüntüleri tekelci sermayenin politik ihtiyaçlarına açıkça uygundur.


Bu hazırlık ırkçılık ve anti-semitizm içeriyor olsun ya da olmasın tarihsel olarak değişkendir. Nazizm'de, Yahudi ve yabancıların, iç sınıf mücadelesinin ulusal korporatizmine ve ulusal saldırganlığın merkezine yerleştirilmesi için bir araç olarak seçildikleri açıktır; ancak tüm faşizm ideolojik düzeyde bu tür şovenist korporatizmi içerse de, ekonomik hedefleri açısından “klasik” faşizmle sınıflandırılmayan İber Yarımadası’nın faşist oluşumlarının bu şovenizmi ırkçı terimlerle ifade etmelerine gerek yoktur. (1932'de İtalya Haham Başı faşist partinin bir üyesiydi.)


Ancak tüm faşist oluşumlar için ortak olan unsur, ideolojik alana sağladığı son derece belirgin “göreceli özerklik”tir. Örneğin Nazi Almanyası'nda, yetenekleri savaş ekonomisi için önemli olan Polonyalı metal işçileri ideolojik nedenlerden dolayı yok edilirken, kadınlar da Hausfrau (ev hanımı) mitolojisi nedeniyle, ek işgücüne şiddetle ihtiyaç duyulduğu bir zamanda üretimin -fabrikaların- dışında tutuldular. Dahası, “nihai çözüm” için gerekli, karmaşık ve pahalı makineler nakliye işleri için kullanıldı ve önemli ölçüde kaynak da askeri kullanıma ayrıldı. Tüm ideolojik oluşumlar meşru kıldıkları ekonomik ve politik çıkarlardan bir dereceye kadar özerkliğe sahiptir, ancak belki de hiçbir yerde faşizm örneğinden daha fazla özerkliğe sahip değillerdir. Faşist devlet, benzer şekilde, desteklediği çıkarlar üzerinde yüksek derecede göreceli özerkliğe sahiptir, çünkü rolü iktidar bloğu içindeki çeşitli “seviyeleri” yeniden düzenlemek için müdahale etmektir. Faşizm sadece tekelci kapitalizmin doğrudan bir “temsilcisi” ya da “aracı” olarak görülemez: Nazi partisi sadece bu çıkarların itaatkar aracı değildir ve kısa vadede kendilerine zarar veren politikalar izleyebilmektedir. Ama son kertede, emperyalist hedefleri tekelci kapitalizmin hedefleri ile örtüştü.


Klasik faşizmden hangi politik dersleri öğrenebiliriz? Uygun koşullarda son derece hızlı gelişebilen bir faşizm yasası olduğunu biliyoruz; ama Hitler'in iktidara gelmesini sağlayan koşulların ne olduğunu daha kesin olarak belirtmemiz gerekiyor. Alman Faşizmi’nin neden geliştiği sorusuna tek kelimelik bir cevap istenseydi, Stalin’den daha kötü bir cevap olamazdı. Komintern'in faşizmi garip bir şekilde yanlış analizi, faşizmin başarısında kesinlikle çok önemli bir faktördür. İlk olarak, Komintern, işçi sınıfındaki sosyal demokrasinin işlevini fena küçümsemiş ve yanlış anlamıştır, bunu sadece ilerici kapitalist çöküşle parçalanacak olan "emek aristokrasisi" yanılsamalarının göreceli zenginliğinin yarattığı bir illüzyon kümesi olarak görmüştür. Bu teorinin dar "ekonomist" ve "felaketçi" yaklaşımı, sosyal demokrat partilerin (yani burjuva siyaseti ve işçi sınıfı tabanına sahip olan) proletaryanın siyasi ve ideolojik kontrolü için yapısal olarak gerekli olduğu gerçeğini göz ardı etti. Komintern buna göre sosyal demokrasiyi "sosyal faşizm" olarak tanımlamıştır: faşizm ve sosyal demokrasi sadece tekelci kapitalist yönetimin iki farklı aracı olarak görülmüştür. Faşizm, kendi çelişkileri sebebiyle çökecek geçici bir aşama olarak tanımlanmıştır. Ve, faşizm kapitalizmin çelişkilerini sınırlandıracaktı, böylece Alman faşizmi proleter devrimi hızlandıracaktı. Asıl düşman, Nazilerle birlikte çalışan Alman komünistlerin devirmek için yola çıktıkları sosyal demokrasiydi. Alman Komünist Partisi’ne "faşist" sosyal demokratlarla birleşik bir cepheye girmemesini söyleyen Komintern tarafından ihanete uğrayan sosyal demokrat liderlik (Nazilere iktidara gelen "anayasal" muhalefet sözü veren), ve Alman proletaryası Hitler'in yükselişinden önce güçsüz bırakıldı. Sosyal demokrasi burjuvaziyi işçi sınıfından kurtarmıştı; şimdi faşizmin sırası burjuvaziyi sosyal demokrasiden kurtarmaktı.


Tüm bunlardan alınması gereken politik ders çok açık. Ancak örgütlü, devrimci bir işçi sınıfı hareketi faşizmi yenebilir ve bugün batılı proletaryalar burjuva ideolojisi tarafından her zamankinden daha fazla zehirlenmiştir. Yine de faşist hareketlerin gücünü abartmamak önemlidir. Onların belirledikleri grupları ve sınıfları -küçük burjuva, köylü, işsiz, lumpen proletarya- organize etmek zordur ve ilk yenilgide çökecek kadar hassastır. Dahası, Nazilerin işçi partisi olduğu iddiası seçim istatistiklerinde pek görülmez. Faşizm nadiren- sanayide çalışan- işçi sınıfına doğrudan nüfuz eder; İngiliz işçi sınıfı 1930'larda faşizme karşı, 1926'daki Genel Grev ve sonraki ekonomik bunalım yıllarındaki büyük yenilgilerinin moral bozukluğuna rağmen etkileyici bir şekilde savaştı. (Gerçekten de İngiliz kapitalizminin faşizme başvurmak zorunda kalmamasının bir nedeni, İngiliz proletaryasının moralsizleştirilmesiydi.) Faşizm yine de proletaryanın siyasi kırılganlığı konusunda başarılı olursa, Almanya'nın, İngiltere'nin aksine, hala önemli olan ekonomik güç örgütlerini yok etmesi gerekmektedir. Bugün İngiliz faşizmi (Ulusal Cephe), sert Nazizm ile seçmen saygınlığı arasındaki iç çatışmalardan dolayı hala çevreseldir. Faşizme karşı mücadele elbette kesin bir görevdir: faşizmin örgütlenmesi, gösterilmesi ve propaganda yapması engellenmelidir. Toplum içinde istediğimiz her şeyi söylemekte özgür olduğumuz bir toplumda yaşamadığımız için minnettar olmalıyız. En azından ırkçı nefreti açıkça savunan herkesin cezai kovuşturmaya tabi olması da bir başlangıçtır. Ancak faşizme karşı mücadele aynı zamanda onu üreten toplum türüne karşı mücadelenin ayrılmaz bir yönüdür ve faşizme karşı mücadele devrimci liderliğin inşası misyonundan ayrılamaz. Faşizm baş düşmanımız değildir, ama göz ardı da edilmemesi gerekir. Eğer solun bazı kesimleri için ortak olan "faşist" teriminin müphem ve duygusal kullanımı tehlikeli bir siyasi belirsizlikse, bu bizlere faşizmin burjuva demokrasi görüntüsünün çok uzakta olmadığını hatırlatmaktadır.


Bu yazı Eagleton'ın 1975 yılında "December Group at Spode House"a sunduğu orijinal İngilizce metinden çevrilmiştir.

1,971 views0 comments
bottom of page