Zeev Sternhell, Faşist İdeolojinin Doğuşu eserinde Alman ve İtalyan faşizmleri arasında analitik bir ayrım yapar. Alman faşizminde, ırksal üstünlük teorisini biyolojikleştirme ve tıbbileştirme daha yoğundur.[1] Biyolojik arınmayı ve öjeniyi içeren ırk determinizmi, Nazizmin temel bileşenlerinden birisidir. Öjenik “temizlik”, saf ırkın yaratılması yolundaki biyo-medikal bir politika olmanın ötesinde, faşist kitlenin bir arada varoluşunu sağlayan konsolidasyon motivasyonlardan birisidir.
Öjenizmin ırkla sınırlı kalmayan, toplumsal yapıyı yeniden düzenleme gibi amaçları içeren bir boyutu daha vardır.[2] Yönetici sınıflar öjeniyle sadece ırkın mükemmel olmasını amaçlamamıştır; suç ve yoksullukla mücadele etmenin bir amacı olarak da öjeni kurgulanmıştır.[3] Francis Galton söz konusu kavramı yaratırken Yunanca “iyi” anlamına gelen “eu” ile “soy” anlamına gelen “genes” sözcüklerini bir araya getirir. Öjenizm, tarihsel seyri itibariyle “doğuştan iyi” kabul edilmeyen savunmasız ve dezavantajlı sosyal konumda olan herkesi hedefine alacak ölçeğe sahip, politikalara ve ideolojilere eklemlenmiş ve de eklemlenebilecek bir aparattır.
Türkiye’yi dehşete düşüren iki vahşi kadın cinayetinden sonra gündeme gelen, “incel” erkek gruplarının kadın düşmanlığı ve nefreti, belli bir yoğunlukta öjenik bir potansiyele sahiptir. Çok farklı bir çağda ve düzlemde cisimleşiyor gibi görünen öjenik nefret, faşizmin ideolojik silsilelerden süzülerek gündelik yaşama ve erkeklik haline geçen bir eklemlenme sergilemektedir.
Farklı sosyal medya platformlarında ve iletişim kanallarında örgütlenen “incel” grupların en belirgin özelliği, kadınlardan kız çocuklarına, bebeklerden hayvanlara, bunları savunan hareketlere ve oluşumlara karşı ölçüsüz öfke ile toplumsal değerlerden veya yerleşik ahlak kalıplarından sıyrılarak sarkazma bürünmüş nefrettir. Aynı zamanda vahşet ve iğrençlikte yarışarak kendisini klandakilere kabul ettirmeye çalışan sosyopatik türden bir rekabet de söz konusudur. Aşağılık bir şekilde, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in cansız bedenleriyle ve kesik uzuvlarıyla cinsel ilişkiye girmeyi arzulayan nekrofili veya bir bebeğe tecavüz etmeyi normal gören iğrençlik, grup içi hiyerarşinin oluşma usullerinden biridir.
Enformasyon teknolojilerinde yetkinleşmiş, uyuşturucu satarak veya şantaj yaparak yasadışı para kazanma yollarını da keşfetmiş yeni nesil vandalizm, “doğuştan iyi olmayan” olarak kabul ettikleri kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde sınırsız bir erkek egemenliği tahayyül eder. Katil Semih Çelik’in de mensubu olduğu “incel” gruplardan bazılarında “insanlığa tavsiye” başlığı altında kadınların “kiminle eşleşecekleri ve üreyeceklerine dair söz hakkının olmaması, bu seçimin rasyonel erkeklere bırakılması, bu olmadığında yanlış eşleşmeler sonucunda yoz döllerle ırkın yapısının bozulacağı, seks ve üremeden ötürü kadınların ellerindeki güçlerin alınmasına” dair bir manifesto paylaşılmıştır.
Kadınların toplumsal konumlarını ve cinsel yaşamlarını hedef alan biyolojik determinizmin kökeninde sadece kendilerine ilgi gösterilmeyen, fiziksel özelliklerinden ötürü varoluş krizi yaşayan, belli bir yaş grubundaki erkeklerin doymak bilmez dürtülerinin yamyamlığı yoktur. Kadın bedenini çeşitli politikalarla ve pratiklerle kontrol etmek, kontrol edilemediğinde zulmetmek veya yok etmek kadim bir patriyarka örüntüsüdür. Silvia Federici’nin bahsettiği tarihsellikte Avrupa’da kadınlara ait bilgi ve beceri aktarımı yapılarının kökünü kazımayı hedefleyen “cadı avı”ndan[4], Alman ve İtalyan faşizmlerinde kadınları nüfusun ve bakımın aracına dönüştüren, eşcinselleri zayıflığın bir simgesi olarak gören politikalara dek patriyarkanın farklı ancak aynı yere çıkan patikalarıyla karşılaşırız. Otto Weininger gibi cinsiyetçi yazarlar zayıflığa ve yumuşaklığa işaret etmek için “yahudi”yi “dişil” olarak kodlamıştır.
Kadınlara ilişkin öjenik planın, bu plan doğrultusunda ona atfedilen roller ile bedensel kontrolün kurumsallaşmış formlarından birisi, faşist rejimde kristalize olur. Şirin Tekeli’nin “Faşizm ve Kadınlar” [5] makalesinde görüldüğü üzere, kadınlar hem doğrudan çeşitli toplumsal sorunların kaynağı kabul edilerek ideolojik ve politik açıdan baskılanmış, hem de doğurganlık gibi çeşitli toplumsal roller doğrultusunda desteklerden yararlandırılmıştır. Paradoksal görünen bu durum, özünde kadınların toplumsal yapıda nesneleştirilerek rol modellerine uymasına hizmet eden politikalar setinin sonucudur.
İtalyan faşizminin Duce’si Mussolini, 1932 yılında “...kadın boyun eğmelidir... Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. … Bazı kadınların günümüzde, bazı ekonomik zorlukların baskısıyla, evinin dışında bir çalışma ara duruma düştüğünü biliyorum. Ama modern toplumda kadının gerçek yeri, geçmişte olduğu gibi aile ocağıdır” ifadesiyle kadının sosyal statüsünün neresi olduğunu “buyurur”.[6] Birkaç yıl sonra “Makine ve Kadın” yazısında ise “Günümüzde, makina ve kadın, işsizliğin iki büyük nedenidir. Özel planda bakarsak, çalışan kadın, çoğunca bir aileyi, ya da kendini bir noktada kurtarmaktadır; ancak genel çerçeve içinde, onun çalışması bir siyasal, ahlâkî acılar kaynağıdır” diyerek başlıca bir sorunun kaynağı olarak görür.[7]
Tekeli’nin belirttiği üzere toplumu, sözüm ona “doğal” hiyerarşilere dayanan aristokratik bir prensibe göre yeniden inşa etmek gibi bir misyonla yola çıkan faşist ideolojinin kadını aşağıda görmesinin, statü kaybına uğratarak hem sorunlu hem kusurlu bulmasının temelinde tamamen “boyun eğen” bir kadın imgesi yer alır.
Başka bir faşist isim olan Loffredo, kadınların boyun eğmesini biyoloji determinizm ile ilişkilendirerek “kadın, bir yılın dörtte üçü süreyle, bedeninin içinde çocuğunu olgunlaştıracak bir yapıyla yaratılmıştır; bir yılı aşkın süreyle organizmasının bir salgısıyla o çocuğu besleyebilecek bir yapısı vardır” der.[8] İtalya faşizminin siyasi kodlarına göre “kadın, erkeğin (kocanın, babanın) egemenliği altına dönme”si gereken biyolojik bir entitedir.
Nazi düşüncesinin merkezinde de cinsler arası eşitsizliğin, ırklar arası eşitsizlik kadar değiştirilemez olduğu yolundaki dogmatik düşünce yer alır. Nazi Almanya’sında kadınların toplumdaki yerini belirleyen “Kinder, Kirche, Küche” (Çocuk, Kilise, Mutfak) sloganıyla uyumlu bir şekilde kadınlar eğitimden ve siyasetten izole edilmeye çalışılmıştır. Patriyarkal ailenin korunması ve devamlılığı için kadınlara ilk ve orta öğrenimde verilecek eğitimin içeriği değiştirilmiş, programlara ev ekonomisi, dikiş gibi dersler konulurken, kızlara matematik ve Latince okutulması yasaklanmıştır.
Hitler Almanyası’nda pronatalist yani doğurganlığı teşvik eden bir model oluşturulmuştur. 1934’den itibaren kadınlar için, tarım kesimi ve çok çocuklu aileler arasında yerine getirilmek üzere zorunlu “sosyal hizmet yılı” uygulamaya konulmuş ve kadınların “en az 4, ortalama 6-7 çocuk” doğurmalarını teşvik etmek üzere prim ve gamalı haç madalyası dağıtımı kampanyaları başlatılmıştır.[9]
Ishay Landa’nın belirttiği üzere faşizm, İtalya ve Almanya’da evlenip çocuk doğurmayı ve anneler ile çocuklarına ekonomik yardımda bulunmayı teşvik ederken, bu görevi yerine getirmeyenlere de cezalar getirdi: İtalya’da 1927’den itibaren bu görevden kaçan erkekler, yani bekarlar belli bir yaş aralığında (35 ila 50) gelir vergisinin yüzde 25’ine tekabül eden bir “bekârlık vergisi” ödemek zorunda kaldılar.
Faşizmin genetik kodlarında yer alan kadının potansiyel suçlu ve biyolojik yeniden üretim aracı olarak görülmesi, siyasal egemenliği sağlamanın bir parçasıdır. Öjenik politikaların merkezine kadınlar yerleştirilirken, bu doğrultuda kadınları hane içine bağlayan öznellik kipleri üretilmiştir: “İyi bir eş”, “iyi bir anne”, “iyi bir asker yetiştirecek hizmetli”… Kiminle birlikte olacakları, kimi sevecekleri, hatta nasıl sevecekleri, kiminle sevişecekleri tamamen siyasallaşan erkekliğin kontrolündedir.
“İncel”lerin bazı konuşma ve görsel paylaşımlarında aşırı sağdan aparılmış veya Nazilere ait sembolleri kullanması, “doğuştan iyi olmayan” grubuna ait gördükleri kadınlara, etnik gruplara, eşcinsellere karşı nefretleri, faşizmin güncel izdüşümlerinden bir tanesidir. Kadınlara olan öjenik nefreti ve vahşeti “incel” olarak kategorileştirerek tek ve dar bir odağa sıkıştırmak yerine, faşist ideolojinin güncel suretinde erkekliğin yeni formu olarak değerlendirmek tarihsel sürekliliği de gözler önüne serecektir. Bu grupların kadınlara ilişkin tasavvurları, patriyarkal toplumsal denetim düşüncesinden bağımsız değildir ve aşırı sağın ya da gerici sağın erkeklik perspektifleriyle uyumludur.
Faşist ideoloji, tarihsel bir monolit gibi belirmek yerine, güncel toplumsal formasyonlara ve üretim ilişkilerine[10] göre karakter kazanmakta, davranış kalıplarında ve düşünme biçimlerinde cisimleşmektedir. Kadınları hostis konumuna yerleştirerek cezalandırmayı, hatta ortadan kaldırmayı sıradanlaştıran incel fantezileri, tek bir grubun kolektif sadist dışavurumu değildir. Kadınları ve kız çocuklarını savaşta “ganimet”, sokakta “mal” olarak görerek bedenleri ve yaşamları üzerinde her türlü tasarrufu kendisinde hak gören öjenik ırkçı reaksiyonerlik ve dinci-gericilik türleri de, patriyarkal köklerden saçaklanarak büyümektedir. Konuyu “incel” olarak bir grup erkek klanı özelinde tartışmaya devam ettikçe, neden-sonuç ilişkisinin zinciri de kopmaktadır. Aksi takdirde yarın kendisine başka bir isim veren ancak faşist ideolojinin kadın tasavvurunu sürdüren gruplarla karşılamak gayet mümkündür.
---------------------------------------------------------------------------------------
*Katkıları için Utku Özmakas’a teşekkür ederim.
[1] “Faşizmin doğduğu İtalya’daysa öjeni hareketinin hırsları daha mütevazı kaldı. Alınan tedbirler daha ziyade “pozitif” öjeniden –esasen üremeyi ödüllendirmekten– ibaretti; kısırlaştırma ve ötanazi gibi “negatif” öjeni uygulamalarıysa çok çok azdı.” Ishay Landa, Faşizm ve Kitleler, çev. Utku Özmakas, İletişim Yayınları, 2023, s. 236.
[2] Örneğin, Francis Galton bu bağlamda projesinin dini bir potansiyele de sahip olduğunun farkındadır: “[Öjeni] âdeta yeni bir din misali milli vicdana zerk edilmelidir. Aslına bakılırsa öjeni insanlığın en uygun ırklarca temsil edilmesini güvence altına alarak, Doğa’nın eserleriyle işbirliği yaptığından, geleceğin ortodoks dinî öğretisi olma yönünde güçlü bir iddia taşır. Doğanın körlemesine, yavaş ve acımasızca yaptığını insan ihtiyatlı, hızlı ve nazik bir şekilde halledebilir.” Ishay Landa, Faşizm ve Kitleler, çev. Utku Özmakas, İletişim Yayınları, 2023, s. 129-130.
[3] Bengücan Fındık, “Öjeni Kavramına Genel Bir Bakış”, Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 2022, Yıl: 8, Cilt: 22.
[4] Silvia Federici, Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, çev. Öznur Karakaş, Otonom Yayınları, 2012.
[5] Şirin Tekeli, “Faşizm ve Kadınlar”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, c. 38, sy. 3-4, 2011.
[6] Kadınlar pasif bir rol oynamak mecburiyetindedir. Kadın sentetik değil, analitiktir. Uygarlık boyunca hiç kadın mimar görülmüş mü? Kadınlardan bırak tapınağı, altı üstü bir kulübe inşa etmesini iste, bak bakalım yapabilecek mi? Yapamaz. Kadınlar tüm sanatların sentezi olan mimariden anlamaz; bu onların kaderinin bir simgesidir. Devlette kadınların rolüne ilişkin kavrayışım tamamen feminizm karşıtıdır. Elbette kadınların köle edilmesini savunmuyorum ama İtalya’da kadınlarımıza oy vermelerini teklif etsem buna gülüp geçerler. Siyasi hayat söz konusu olunca kadınlar İtalya’da hesaba katılmaz. İngiltere’de kadınların nüfusu erkeklerden üç milyon fazla; ancak İtalya’da iki cinsiyetin nüfusu eşit. Anglosakson ülkelerin sonunun nereye varacağını biliyor musunuz? Anaerkilliğe! (Landa, s. 341).
[7] Şirin Tekeli, “Faşizm ve Kadınlar”, s. 418.
[8] Şirin Tekeli, “Faşizm ve Kadınlar”, s. 419.
[9] Ishay Landa, Faşizm ve Kitleler, s. 358.
[10] Öjenik nefretin ve benzeri faşizan pratiklerin gündelik yaşamın birer parçası olmasında kapitalizmin uluslararası boyutta yaşadığı dönüşümler ve krizlerin etkin olduğu vurgulanmalıdır. Aynı konunun güncel ve farklı bir siyasal pratikte nasıl işlediğine dair bir inceleme için bkz. https://www.siyasaliktisat.com/post/emperyalizm-nazifikasyon-yildirim.
Comments