Kapitalizmin bir toplumsal model olarak gelişmeye başladığı günlerden bu yana, tüm yer küre şüphesiz ‘Batı Çağı’nı ya da Avrupa yüzyıllarını yaşamaktadır. Tüm toplumlar, Batı’nın iktisadi modeli, politik yapıları, kültürel ve ahlaki normları ekseninde dönüşürken sözde bir ‘evrensellik’ yaşanmaktadır.
Bu durum, sosyal bilimler açısından da farklı değildir. Sosyal bilimler de, temel olarak Batı’nın sorunları, kavramları, bakış açısı ve çıkarları etrafında şekillenmiştir. Batı ya da Avrupa merkezcilik olarak adlandırılan ve sosyal bilimlerdeki Batı egemenliğine işaret eden bu durum, aslında sıkça eleştirilmektedir. Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan gibi yükselen güçlerde ve birçok Üçüncü Dünya ülkesinde Batı Merkezci olmayan kuramsal çalışmalar yapılmıştır. Fakat bu çalışmaların bir kısmı Batılı değerlerin Doğulu kökenlerini bularak aynı değerleri yeniden üretmiştir. Diğer kısmı ise, bilimsel bir kuram geliştirmekten çok, dar kapsamlı ideolojik söylemler dizinine dönüşmüşlerdir. Kısacası günün sonunda, Immanuel Wallerstein’ın deyimiyle “Batı merkezcilik karşıtı Batı merkezci” çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bunlardaki temel sorun, Batı merkezciliğin nasıl yeniden üretildiğini kuramsal bir şekilde ortaya koyamamalarından kaynaklanmaktadır. Batı merkezciliğin nasıl yeniden üretildiği anlamak için, ölümünün 1. yılında Wallerstein’ı anarak onun Avrupa Merkezcilik ve Suretleri[1] adlı çalışmasına odaklanacağız.
Sosyal bilimlerde Batı Merkezcilik, Wallertesin’e göre beş şekilde yeniden üretilmektedir. Bunlardan ilki, tarih yazımıdır. Tarih yazımı aracılığıyla bir Avrupa mucizesi anlatısı inşa edilmiştir. Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi, Coğrafi Keşifler, bilimsel ve teknolojik gelişme gibi uğraklara referansla, Avrupa medeniyetinin evrenselliği anlatılmaktadır. Tarih yazımında bu uğraklara vurgu, Batı’nın dünyanın geri kalanından daha yüksek yaşam standartlarına ve daha fazla güç sahibi olmasına neden olan etkenleri, yani Batı’nın gelişimini, Batının içsel dinamiklerinde arama girişimidir. Sanki bunlar Aztek ve İnkaların sonu, tüm Afrika kıtasının köleleştirilmesi ve yağmalanması, Amerikan yerlilerinin katledilmesi ve tüm yer kürenin sömürülmesi sayesinde gerçekleşmemiş gibi…
Ayrıca Avrupa’nın gelişim tarihini, Reform ve Rönesans gibi süreçler üzerinden anlatmak, insanlığın nasıl gelişebileceğinin bir ve tek haritasını da sunmaktır. Modernleşme kuramlarının ortak noktası budur. Bu kuramlar, azgelişmişliğe reçete olarak Batının taklit edilmesini sunmuşlardır. “Eğer geri kalmış toplumlar birkaç yüzyıl önce Avrupa’nın elde ettiği başarıları gerçekleştirebilirse onlar da geleneksel toplumlardan modern toplumlara dönüşebilirlerdi”. Bir asırlık bu söylem hiçbir zaman gerçekleşmemiş, dünyadaki eşitsizlik büyüyerek devam etmiştir. Batı merkezli tarih anlatısı ise bu eşitsizlikleri görünmez kılmaktadır. Bu yüzden Batı merkezli olmayan bir sosyal bilimler teorisinin, tarihsel gelişimin dünya ölçeğinde gerçekleştiğini ortaya koyması gerekmektedir. Batının yükselişi ile diğerlerinin geri kalışı arasındaki ilişkinin ortaya konması, tarih anlatısında Batı merkezciliğin ötesine geçilmesine olanak tanır.
Batı merkezciliği yeniden üreten ikinci unsur ‘Batı Medeniyeti’ önermeleridir. Wallerstein’e göre, sosyal bilimlerde Avrupa diğer medeniyetler arasında yalnızca bir medeniyet olarak gösterilmemektedir. Aksine, Avrupa tek medeni toplumsal model olarak sunulmaktadır. Bu model, teknolojik gelişim, üretkenliğin artışı, gelişime ve ilerlemeye olan inanç, bireylerin toplum içerisinde daha fazla söz ve özgürlüğe sahip olması ile özdeşleştirilmektedir. Sosyal bilimlerdeki bu anlayışın somut politikadaki yansıması, Avrupa’nın diğer toplumlara medeniyet götürme, mandacılık uygulama, barış ve demokrasi yerleştirmesidir. İnsan hakları ve birey güvenliği gibi evrensel değerlerin tek medeni temsilcisi olarak bunları küresel düzeyde koruma yetkisi elde etmektedir. Batı merkezli sosyal bilimin etkisindeki diğer toplumlar da kendi yapılarını incelerken ve toplumsal sorunlarını ortaya koyarken bu kavram seti çerçevesinde analiz yapmaktadırlar. Böylece açlıktan kırılan toplumların sözde entelektüellerine yalnızca kültürel hakları tartışma olanağı doğmaktadır.
Sosyal bilimlerde Batı merkezciliği yeniden üreten üçüncü unsur, Wallerstein’e göre oryantalizmdir. Anouar Abdel-Malek ve Edward Said gibi düşünürler Oryantalizm kavramını kabaca Batı’nın Doğu fikri olarak tanımlanamıştır. Bu kavram ile anlatılmak istenen Batının kendisini ve doğuyu nasıl gördüğü (ve gösterdiği) ve belirli metinler, kavramlar ve politikalar ekseninde Doğu’yu nasıl tanımladığıdır. Böylece, Hristiyan misyonerlerin doğu toplumlarına dinlerini yayabilmek için onları anlamaya çalışmak üzerine kurdukları oryantalist analizler, ideolojik bir tahakküm aracına dönüşmüştür. Batı, kendini medeni tek toplumsal model olarak tanımlarken sömürdüğü toplumları barbar ya da haydut olarak betimleyip tahakkümünü meşru bir hale büründürmektedir.
Batı merkezciliği üreten dördüncü unsur, evrensel ve tarafsız bilim iddiasıdır. Evrensellik sözcük anlamı itibariyle zaman ve mekana göre değişmeyen bir yapıya işaret eder. “Bilimsel gerçeklik her yerde aynıdır, dünya belli başlı yasalar etrafında işler ve bilim insanının amacı bu yasaların bilgisine ulaşmaktır. Bu yasalara da ancak gözlem ve deney aracılığıyla erişilebilir.” Sosyal bilimlere pozitivist yöntem ile sirayet eden bu iddia, bilimsel bir toplumsal analizin tarafsız olduğunu ve ortaya koyduklarının da tek gerçeklik olduğunu iddia eder. Amacı hakikati aramak olduğu iddia edilen bilimsel bilgi, böylece ‘nasıl olmalı’ sorusunu bir kenara bırakarak, ‘nasıldır’ sorusuna odaklanabilmektedir. Aslında bu sosyal bilim ile felsefe arasında bir ayrışmaya yol açmakta ve hakikat arayışıyla iyinin-doğrunun arayışı arasında bir ayrım yaratmaktadır. Böylece, amacı gerçekliği ortaya koymak olan bilimin neyin iyi olduğunu tartışmak gibi bir misyona sahip olmadığı iddia edilebilmektedir. Bu anlayışa göre, filozoflar yalnızca dünyayı yorumlamalı ayrıca onu dönüştürmemelidir. Bu tür bir ayrışma, Batı güdümünde sosyal bilimsel analizlerin ve şekillenen politikaların sosyo-politik kararlar değil, bilimsel gerçekler oldukları iddiasına olanak tanıyarak Batı merkezciliği yeniden üretmektedir.
Son olarak ‘ilerleme’ nosyonu da, Batı merkezciliği sosyal bilimlerde yeniden üretmektedir. Avrupa aydınlanma etkisiyle ortaya çıkan ilerleme fikri üzerinden, toplumların hep belirli bir istikamet doğrultusunda ilerlediğini iddia ederek sosyal bilimleri kendi kalıpları arasına sıkıştırmaktadır. Bu medeniyet ya da evrensellik kavramlarından çok da farklı değildir. Modernleşme kuramları ile ilgili yukarıda bahsi geçenler, ilerleme düşüncesi için de geçerlidir. İlerleme de tek bir Batı modeli üzerinden ele alınır ve bilimin amacının bu ilerleme çizgisini sürdürmek olduğu iddia edilir.
Biz yine de evrensel bilgi iddiasındaki Batı merkezli sosyal bilimi değil de Marx’ı dinleyip soralım: nasıl olmalı? Batı ya da Avrupa merkezli bir sosyal bilimin ötesine geçmek için ne yapmalı?
Wallerstein’ın önerisi Avrupa’nın kazanımlarını sorgulamaktır. Avrupa toplumlarının tarihsel gelişimi boyunca başarı olarak sunduğu ve ilerleme olarak adlandırdığı süreçlerin aslında nelere rağmen yapıldığının ortaya konulması gerekmektedir. Hatta kapitalizmin insanlığın bütünü için bir gelişim olduğu reddedilmeli ve sosyal bilimlerde gerçeklik olarak sunulan şeyin yapısı ortaya konmalıdır. Şüphesiz buradan post-pozitivistlerin iddia ettiği gibi tarafsız bilginin olamayacağı ya da bireyin algısından bağımsız bir gerçeklikten bahsedilemeyeceği sonucu çıkmamalı. Asıl önemli olan bilginin, gerçekliğin ya da bilimin reddi değil, evrenselliğin sorgulanmasıdır. Bu sorguyu yaparken evrenselliğin de iki unsuruna (zaman ve mekan) sıkı sıkıya tutunulmalıdır. Fakat bu sefer evrensellik anlatısı için değil, değişimin ortaya konulması için bu iki unsur ele alınmalıdır. Yani değişimin evrenselliğinin anlatısı yapılmalıdır. Zaman ve mekan değiştikçe toplumsal gerçekliğin nasıl dönüştüğü ve bu dönüşümü belirleyen dinamiklerin ne olduğu incelenmelidir. Bu açıdan, sosyal bilimlerde Batı merkezciliği aşıp değişimin yasalarını ortaya koyacak tek yaklaşım yine tarihsel materyalizmdir.
[1] Wallerstein, Immanuel. “Eurocentrism and Its Avatars: THE DILEMMAS OF SOCIAL SCIENCE.” Sociological Bulletin, vol. 46, no. 1, 1997, pp. 21–39.
Comments