Çağdaş kapitalizmde “umut”un kendisi de sınıfsaldır. Hemen her toplumsal formasyonda olumlu ve olumsal içeriğe sahip umut, sınıflı toplumların karakterinden bağımsız değildir. Umut, kapitalizmin maddiliği çerçevesinde, sermaye sınıfına göre “yatırımların önündeki bürokratik engellerin azalması” veya “ihalelere daha az rakip şirketin katılması”, burjuva siyasetçilere göre “seçimlerde en yüksek oyu alma” veya “daha çok kadrolaşma” iken, bağımlı ve ezilen sınıflar için farklı içerikler kazanır.
Gramsci’nin dikkat çektiği sınıf bilincinin çelişkili yapısından hareket edersek, toplumsal-sınıfsal konumunun farkında olan işçi sınıfı açısından umut, “sendikal ve özlük haklarının iyileşmesi”, “refah seviyesini yükseltecek geçimlik ücretin artması”, “kamu hizmetlerinin eşit ve nitelikli sunumu” gibi taleplerin gerçekleşmesine yönelik kullanıma ve ötesine sahiptir. İşçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlendiği iktidar biçimi de “umut”a dahildir. Aksi istikamette, sınıf bilincinin kapitalist ideoloji ile bulanıklaştığı kesimlerde, umut etmek, bir sermayedar gibi düşünmeye (“kısa yoldan zengin olma”) karşılık gelebilir.
Sömürüsüz bir dünya ideasına odaklanıldığında ise, bir sınıfın umudu başka bir sınıfın umutsuzluğu anlamına gelecektir. Bu, kendiliğindenci ve kaderci umut fikri yerine, tam da örgütlenmiş ve siyasallaştırılmış umut fikri ile somutlaşır. Bu açıdan umut, bir fikrin ve bir projenin başarıya ulaşmasıdır. Bu fikri/projeyi Karl Marx’ın Kapital’in III. Cildinde aramayı deneyebiliriz.
Marx, Kapital’in III. Cildinde “sermaye, emek, toprak!” derken sermayenin bir şey olmadığını, kendisini bir şeyle ortaya koyan, bu şeye toplumsal karakter kazandıran, toplumun belirli bir tarihsel oluşumuna ait olan, belirli ve toplumsal bir üretim ilişkisi olduğunu vurgular. İlişkili başka bir vurgu, Kapital’in I. Cildinde de ifade edilmiş, “kapitalist üretim tarzının, genel olarak toplumsal üretim sürecinin tarihsel olarak belirlenmiş bir biçimi” olduğuna dair vurgusudur. Bu iki vurgudaki kesişim noktası, kapitalist üretim tarzının ve sermayenin “maddi ve üretilmiş üretim araçlarının” toplamından ibaret olmadığıdır.
Marx’ın belirttiği üzere “toplumsal üretim süreci” insan yaşamının “maddi varlık koşullarının üretim sürecidir”: “maddi varlık koşullarını ve karşılıklı ilişkilerini, yani onların belirli olan iktisadi toplum biçimlerini üreten ve yeniden üreten bir süreçtir”. Kapitalist üretim süreci, prekapitalist üretim süreçlerinde olduğu üzere belirli maddi ilişkilerde gerçekleşir. Eyleme süreci kadar düşünme biçimleri de bu ilişkiye içkindir. Çünkü Marx’ın III. Ciltte altını çizdiği üzere, “toplumsal üretim süreci … üretim ilişkilerinin kendilerini ve dolayısıyla bu sürecin taşıyıcılarını … üreten ve yeniden üreten bir süreçtir” (Vurgu bana ait, bkz. Bölüm 48).
Kapital’in III. Cildinden yola çıkarsak –Alman İdeolojisi’nden hatırlanacağı üzere– toplumsal üretim ilişkileri, egemen sınıflar ve egemen ideoloji arasında dolaysız bir ilişki söz konusudur. Üretim ve tüketim mekanlarındaki karşılıklı ilişkilerin, kitlelerin gündelik yaşamdaki davranış modelleri, konuşma kalıpları “maddi koşullar” tarafından belirlenir. Egemen sınıfların düşüncelerini filtreleyen mekanizmalarının olmadığı koşullarda taşıyıcılar, egemen sınıfların düşüncelerini onların sözcükleri ile yeniden üretir. Ezen sınıfların “umut”u da, ezilen ve bağımlı sınıfların “umut”unu şekillendirir.
Kapitalist üretim tarzının sınırları içerisinde, umut etmeye izin veren sistemde, işçi sınıfı açısından umut, patronun umuduna endekslenmiştir. “Ekmek veren el” gibi otantik kullanımlarla ifade bulan, hürmet ve biati önceleyen bu ilişkide, işçinin umut edeceği işverenin varlığının devamlılığıdır. Özel mülkiyet olgusu ve sömürü ilişkisi, otantik kalıplarla birlikte, egemen sınıfların umudu içerisinde yeniden üretilir ve meşrulaştırılır.
Kapital’in III. Cildi bağlamında umut, egemen sınıfların umudunu parçaladığı gibi komünizme kapı aralamaktadır. Nail Satlıgan “Kapital’de Komünizm Tasarımları” makalesinde Marx’ın, “Kapital’in başlangıç noktası olan meta söz konusu olduğunda kullanım değerini, kendisine yapışmış gizemsel ve antagonist kılıftan, yani değerden sıyırır ve kullanım değerleri üretiminin hangi tarihi-toplumsal koşullardan ötürü bu biçime büründüğünü, gelecekte alabileceği farklı tarihi biçimler altında nasıl gelişme göstereceğini araştır”dığını belirtir (Nail Satlıgan, Kapital’in İzinde, Yordam Kitap, 2012, s. 472).
Kapital’in III. Cildinde anılan türden tasavvur için kullanılan ifadelerden birisi “özgürlük dünyası”dır. Marx, zorunluluk ve dışsal amaca uygunlukla belirlenen çalışmanın son bulduğu yerde özgürlük dünyasının başladığını yazar. Satlıgan’ın da belirttiği üzere, Marx’ın gözünde komünizm “çileci bir çalışma ahlakının” bütün insan faaliyetlerine egemen olacağı bir kışla toplumu değil, “zenginliğin ölçüsünün emek süresi değil, disposable time” olduğu “özgürlük toplumu, öz yönetimli bir toplumdur”.
Emekçi sınıfların nesnel “umut”u (asgari veya azami) belirli bir refah seviyesine ulaşmaksa bu da ancak kapitalist üretim tarzının dinamiklerinin ve ideolojik motivasyonlarının sonlandırılması ile gerçekleşecektir. Kapital’in III. Cildinde “özgürlük dünyası” olarak nitelenen toplumsal koşulun gerçekleşebilmesi için öncelikli olan, (sömürünün ve tahakküm ilişkisinin hüküm sürdüğü) “zorunluluk dünyası”nın ortadan kaldırılmasıdır. Özgürlük dünyası nasıl ki zorunluluk dünyasının olumsuzlanması ise, komünist toplum da kapitalist toplumsal formasyonun olumsuzlanmasıdır.
Umut, “özgürlük dünyası”nı hedeflediği ölçüde bir rüyadan farklı olabilecektir. Umut sözcüğünün sınıflı bir toplumda çok da masum olmadığı açıktır; ancak sınıf mücadelesinin motivasyon kaynaklarından birisine dönüştürüldüğü oranda “umut”un sonuç vereceği aşikardır.
コメント