Türkiye özelinde burjuva hukukun bir düzeyde krizde olduğu konuyla ilgilenen taraflarca sıklıkla dillendirilmektedir. Krizin nedenleri taraflar arasında farklı temellerde açıklanmakta, sorulan sorulara uygun cevaplar üretilmektedir. Taraflardan bir kısmı Türk hukuk sisteminin evrensel ve çağdaş normların gerisinde kaldığını böylelikle üretmesi gereken “adil” sonuçları üretemediğini iddia etmektedir. Diğer tarafta yer alanların bir kısmı ise verili hukuk sisteminin dönüştürülmesi kisvesi altında hukukun “siyasal”laştırılmak istendiğini vurgulamaktadır. Bahsi geçen tarafların her ikisi de hukuku kendinden verili normlar ve değerler seti olarak ele aldığı, diğer deyişle hukukun kaynağı konusunda evrensel, kerameti kendinden menkul ve herhangi bir somutluktan yoksun insan hakları, hukukun üstünlüğü, bireyi yücelten ve tarafsız-yansız olma ilkelerini savunduğu açıktır. Taraflara göre, ilgili ilkeler uygun şekilde tatbik edildiğinde hukukun içine girdiği çıkmaz da sona erecektir.
Yukarıda sınırları çizilen tartışma da eksik olan bir şeyler vardır. Bir kere hukukun toplumsal işlevi söz konusu edil(e)memekte ve krizin aslında bir nevi hukukun “gerçekten” (hukuku oluşturan, onu hukuk kılan ilkeler) uygulanmadığı için krizde olduğu ifade edilmektedir. Taraflar, hukuku oluşturan ilkeler konusunda ortaklaşmakla birlikte, birbirini hukuku oluşturan ilkeleri yaşama geçirmekte yeterli iradeyi göstermemekle suçlamaktadırlar. Tam da bu noktada tartışmada eksik olan ortaya çıkmaktadır. Ortada hukuku idealar düzleminde tanımlayan ve hukuk pratiğini hukukun ilkelerinin eksiksiz gerçekleştirilmesine dayandığını iddia eden öznelci-idealist iki yaklaşım bulunmaktadır. Bu çerçevede sornu anlaşılır kılmak, hukukun krizinin nedenlerini anlayabilmek, için hukukun tanımını yapmak gereklidir.
Ali Murat Özdemir Sözün Mülkiyeti adlı eserinde hukuk teriminin birbiri ile ilintili iki içeriğe sahip olduğunu belirtir (s. 178-183): Sistem olarak hukuk ile ideoloji olarak hukuk. Sistem olarak hukuk; yasalar, polis, mahkemeler, yargıçlar, hapishaneler vb.ni imlerken, ideoloji olarak hukuk ise toplumsal ilişkiler ile kurulan hukuki ilişkiyi işaret eder. Diğer bir deyişle ideoloji olarak hukukla kastedilen toplumsal ilişkinin hukuki olarak ifade edilmesidir. Bir misal ile ikinci örneği açıklayalım. Ahmet Emminin ineklerinin Mehmet Emminin tarlasındaki ekinlere girerek otlamasının yarattığı çatışmanın, Mehmet Emminin mahkemeye başvurması sonucunda, hukuk mercii tarafından çözülmesi için olayın hukuk diline tahvil edilmesi gereklidir. Öncelikle Mehmet Emmi hukuki olarak tarlasının ve onun üzerindeki ekinlerin özel mülkiyetine sahiptir. Ahmet Emmi ise ineklerin etinden sütünden faydalanan ya da gelecekte faydalanma hakkına sahip olduğu için ineklerin mülkiyetine sahiptir ve bu sebepten ineklerden sorumludur. Eğer ortada yargıç ve hukuk açısından yeterli derecede kanıt var ise Ahmet Emmi, Mehmet Emminin özel mülkiyetine zarar verdiği kararına varılır ve zarar ilgili yasalarca belirtilen şekilde Ahmet Emmiden tazmin edilir.
Peki, hukukun bizim Emmilerin arasındaki ilişkileri hukuk dilinde ifade etmesinin işlevi nedir? Daha açık dillendirelim; hukukun toplumsal işlevi nedir? Özdemir (s. 178) bu soruya Althusser’in yardımıyla hukukun üretim ilişkileri olmamakla birlikte üretim ilişkilerine doğrudan müdahil olduğu iddiasıyla karşılık verir. Bu çerçevede hukuk, gerçekten kapitalist toplumsal ilişkilerin nedeni olmamakla birlikte hukuka aykırı durumları engellemekle ve cezalandırmakla kapitalist toplumsal ilişkilerin işleyişinde doğrudan etkindir. Ahmet Emmi ile Mehmet Emmi arasındaki çatışma taraflar arasındaki güç ilişkisi ile çözülebilir gözükse de, kapitalist toplumlarda hukuk Mehmet Emminin özel mülkiyet haklarını koruyarak Ahmet Emminin ineklerini besleyebilmek için Mehmet Emmiden belirli miktar karşılığında ekin almasına zorlamaktadır. Korunanın aslında özelde kapitalist mübadele ilişkileri genelde kapitalist üretim ilişkileri olduğu aşikârdır. Emmilerin arasındaki benzer çatışmaların güce dayanarak çözüldüğü ve bu tür çözümlerin genelleştiği, hâkim hale geldiği toplumlar kapitalist toplumlar olmasa gerek.
Hukukun kapitalist toplumlarda işleyişi için belli başlı bazı ilkelere sahip olması gerekir. Burjuva hukuku söylemi, hukukla ilgili ilkeleri (“doğa”dan ya da “akıl”dan gelen) seküler bir vahiy olarak kodlamakta ise de, ilgili ilkeler kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde temellenmektedir. Özdemir (s.173)kapitalist toplumsal ilişkilerin meta formunun hukuki öznelerin yani hak sahiplerinin ve hukuki eşitlik kavramlarının sınırlarını belirlediğini tespit eder. Kapitalist üretim ilişkilerinin işleyişinin temel unsuru olan “soyut emeğin bir eşitleme ölçütü olarak kullanılışı”, piyasada işlem yapanların sahip olduklarının içerdiği emeğin somut niteliğine bakılmaksızın eşit ve özgür kabul edilmesi, burjuva hukukunun ilkeleri biçimsel eşitlik ve özgür irade nosyonlarına kaynaklık eder. Bu bağlamda hukuk kapitalist toplumsal ilişkilerini kuran değildir ama ilgili ilişkileri ile bağıntılı ilkeleri kendi alanında uygulamaya sokar. Ahmet Emmi ile Mehmet Emmi arasındaki ilişki zorunlu olarak hukuki bir ilişki değildir.
O zaman hukuk ile toplumsal ilişkiler arasındaki bağıntı nasıl saptanabilir? Özdemir (s. 171) hukukun etkilerinin toplumsal iktidar ilişkilerinin her alanında ideolojiye endeksli olarak mevcut olduğunu; ancak bu etkinin her zaman devlet (siyasi ilişkiler alanı) üzerinden dolayımlandığını belirtir. İdeolojiye endeksli olmak hukukun kapitalist üretim ilişkilerinin işleyişine müdahil olmasını ifade ederken, devlet üzerinden dolayım hukukun sınıfsallığının kapitalist iktidar ilişkilerine ve siyasi-sınıfsal güç dengelerine (sınıfsal güç dengesi sadece kapitalist-işçi arasındaki değil kapitalistler arasındaki güç dengesini de içerir) bağlı olduğunu işaret eder. Farklı siyasal-sınıfsal temsillerin arenası olan parlamentolar yasama hakkı nedeniyle yeni değer ve normların hukuk sistemi içerisinde etkin rol oynarlar.( Ama yasama hakkının kendisi de hukuki kurallar tarafından sınırlanmıştır.)
Kapitalist üretim ilişkilerinin krize girdiği dönemler sınıfsal güç ilişkilerinde taraflar arasındaki çekişmenin ayyuka çıktığı dönemlerdir. Sınıf iktidarının çatlamaya başladığı ve yeni bir birlikteliğin hâkimiyet tarzının ortaya çıktığı dönemlerdir. İlgili kriz dönemlerinde ortaya çıkmakta olan sınıf hâkimiyetinin yeni “düzenleme”leri belirmeye başlar. Hukuki “düzenlemeler” bu “yenilik”in hedeflerinden biri olur. Ama bazen hukuki “düzenlemeler” zorunlu olmamakla birlikte başı çekebilir. Yeni sınıf hâkimiyeti, kendini egemen kılabilmek için eski hâkim sınıfa “hukuk” silahını çevirebilir(Ergenekon vb. davalar), yasalar üzerinden bazı sınıflara tavizler erip yeni hareket alanları açabilir(HESler ilgili yasalar ve yeni iş yasaları), karşıt-sınıfları bastırabilmek için hukuku(KCK davaları ve sol örgütlere yönelik suçlamalar ve tutuklamalar) öne sürebilir. Ancak hukuk bir tarafı kabzalı eskrim kılıcına benzemez, yani diğer tarafa ne kadar iterseniz o kadar zarar vereceğiniz bir silah değildir. Hukuk daha ziyade iki tarafı da keskin kabzasız ağır bir kılıç gibidir, bir taraf kılıcı tutmayı bıraktığında zarar görecek olan olabilirsiniz. Hukuk kendine özgü olma durumunu kaybettiğinde ortada kendisine itaat edilecek bir düzen kalmaz.
Sonuç olarak burjuva hukukun krizinden söz edildiğinde, havada asılı duran normların ve değerlerin uygulanıp uygulanmadığı ile ilgili bir sorundan değil, kapitalist sınıf iktidarının krizi anlaşılmalıdır. Sınıfsal güç dengelerindeki dönüşümler hukuki biçimler altında da belli bir hukuksal dönüşüme kaynaklık eder. Elbette yeni hâkim sınıf hukukun sınırlarını zorlayabilir, hukuku diğer ilişkilerden ayırt edici kılan ilkeleri çiğnemeye yönelebilir ama bu kendi hâkimiyetinin dayandığı dallardan birini kesmek olacaktır.
Comments