Gabriel Rockhill'in 1 Haziran 2023 tarihinde Monthly Review dergisinde yayınlanan "1968 Düşüncesi Miti ve Fransız Entelijansiyası: Tarihsel Meta Fetişizmi ve İdeolojik Gerileme" başlıklı yazısını Erman Çete siyasaliktisat.com için çevirdi. Yazıyı üç parça halinde yayınlıyoruz. "1968’in Diyalektik Bir Analizi" ve "İdealist Analoji" başlıklarını taşıyan ilk kısmını "Tarihsel Meta Fetişizmi" başlıklı ikinci kısım takip ediyor. Aşağıda paylaştığımız son kısım ise "Sonuçları Sebeplerle Karıştırmak" ve "Fikirlerin Uluslararası Siyasal İktisadı: Eleştirinin Sol Sınırını Kontrol Etmek" başlıklarını taşıyor. Keyifli okumalar.
Sonuçları Sebeplerle Karıştırmak
Bugün ‘68’le ilişkilendirilen moda entelektüeller ne hareketin öne çıkmasından önce ne de Mayıs ve Haziran’daki yoğunlaşma döneminde hareketin gelişimine katkıda bulunmamışlarsa da, teorik yörüngelerini önemli ölçüde belirleyen çeşitli şekillerde harekete yanıt verdiler.[1] Bu tepkiler oldukça çeşitlidir ve bu teorisyenler grubu arasındaki bazı önemli siyasi farklılıkları ön plana çıkarırken, aynı zamanda hepsinin sözde ‘68 düşünürleri olduğu yönündeki yaygın varsayımın nedenlerinden birini daha da açıklığa kavuşturmaktadır. Tarihi yönlendirenin fikirler olduğu varsayımına dayanan idealist tarih yazımının hilesi, materyalist etiyolojiyi göz ardı ederek düşünce ve söylemlere gururla yer vermekten ibarettir. Böyle bir yaklaşım, ‘68’in entelektüel etkilerinin –yani söylemdeki değişimlerin– bir şekilde kendilerinden önce gelen siyasi aktivizmle bağlantılı olduğunu öne sürer.[2] ‘68’e yönelik entelektüel tepkilerin kapsamlı bir değerlendirmesi mevcut analizin kapsamı dışında olsa da, en azından dört yönelim kolaylıkla tanımlanabilir.
En Azından Teoride Anarşist Esinli Radikalleşme
Mayıs-Haziran ‘68’e verilen tepkilerden biri, büyük ölçüde anarşizme ve Maoizme (Batılı anlamda ‘Marksizm’in anarşist yönelimli bir biçimi) yönelme biçimini alan siyasi radikalleşmeydi.[3] Foucault, Deleuze, Rancière ve Badiou gibi düşünürlerin hepsi bu yönde hareket etmiş ve daha sonra olayları önemli bir dönüm noktası olarak tanımlamışlardır.[4] Foucault’nun o dönemdeki çalışma arkadaşları onu militan katılımlara mesafeli duran biri olarak tanımlıyordu ve onun ani dönüşüne inanmakta güçlük çekiyorlardı: “1970’lerde aşırı sola kayması ve aldığı radikal pozisyonlar karşısında en hafif tabirle hepsi çok şaşırmıştı. 1962’den 1966’ya kadar asistanlığını yapan Francine Pariente, ‘Buna gerçekten inanmayı hiç başaramadım,’ diyor. Kesin olan bir şey var: onun bu yönde evrileceğinden şüphelenmelerini gerektirecek hiçbir şey yoktu.”[5] Foucault’nun kendisi de ‘68’in çalışmaları için son derece önemli olduğunu ve siyasi mücadeleye girdiği anı oluşturduğunu iddia etmiştir: “Mayıs 1968 olmasaydı, hapishane, suçluluk ve cinsellikle ilgili yaptıklarımı asla yapamayacağım kesindir.”[6] Deleuze de ‘68’e aynı şekilde atıfta bulunur: “Ben, kendi adıma, Mayıs 1968’le birlikte bir tür politikaya geçiş yaptım.”[7] Sonraki yıllarda Guattari ile yaptığı çalışmalar açıkça Mayıs’ın bir sonucu olarak kendini göstermiştir.[8] Badiou da radikalleşmiş, sosyal demokrat konumundan Maoist konuma geçmiş, daha sonraki yazılarında bile “Biz hâlâ Mayıs ‘68’in çağdaşlarıyız,” demiştir.[9] Rancière Althusser’in durağan Marksizm’inden koptu ve Mayıs isyanını yavaş yavaş benimseyerek sonunda bir anarşist olarak ortaya çıktı: “Olayla ilgili olarak geride kalmıştım, ancak zaman geçtikçe ‘68’e daha çok inandım.... o zamana kadar katıldığım şeye dair anlayışımı tersine çevirmeye başladım [Je me suis mis à voir complètement à l’envers ce à quoi j’avais participé jusque-là].”[10] Foucault’nun soldaki açık siyasi angajmanının nispeten kısa ömürlü olduğunu ve Deleuze ve Rancière’in kendilerini solcu olarak ilan etmelerine rağmen, bunun öncelikle anarşist olarak teoride kaldığını belirtmek gerekir. Badiou ise bir tür siyasi örgütlenmeye bağlı kalmaya devam etti, fakat o da anarşistler gibi kendisini parti politikalarına ve sosyalist devlet kurma projelerine karşı konumlandırdı.[11] Bu grubun radikalliğinin çoğu söylemsel olarak kaldı ve Marksist ya da Marksçı etkiler anarşist unsurların yanı sıra bilimsel sosyalizmin Freud ve Nietzsche’ninkiler gibi sırasıyla liberal ve gerici söylemlerle seyreltilmesiyle yumuşatıldı.[12] Bu bağlamda, bu düşünürler ‘68’in radikal enerjilerini söylemsel olarak yeniden canlandırmaya çalışan bir sonraki gruba yakın durdular.
Sosyolog Jean-Pierre Garnier’ye göre –ki analizi Simon, Clouscard ve diğerlerinin analizleriyle örtüşmektedir– küçük burjuva entelijansiyası kapitalizmi yıkmakla ilgilenmiyordu, bunun yerine geleneksel Fransız toplumunu açarak kendi türünden profesyonel entelektüellere daha fazla yer açmayı amaçlıyordu. Özellikle Foucault, Deleuze ve Cixous’dan alıntı yapan Garnier, bunların ‘68 sonrası deneysel Vincennes Üniversitesi’nin kurulması projesinde hükümetin muhataplarından bazıları olduğunu belirterek, Georges Pompidou’nun şu sözlerini duyduğunu iddia eder: “Tüm bu insanlar, meşhur ‘huzursuzlar [les agités]’, eğer onlara sınıflar verirsek, eğer onlara amfitiyatrolar verirsek, devrimlerini bir boşlukta yapacaklar ve bu süre zarfında sokakta huzur bulacağız.”[13] Garnier’ye göre tam da böyle oldu: ‘68 sonrasında kendilerini radikal olarak sunan profesörlere zararsız söylemleri için akademik bir platform verildi ve entelektüel kariyerlerini pratik sınıf mücadelelerinden uzakta ilerletmelerine izin verildi.
Söylemsel İyileştirme
Birincisiyle örtüşen ikinci bir tepki, ayaklanmaların radikal ruhunu yeniden canlandırmak için, her isyanın kaçınılmaz olarak başarısız olduğu, iç edildiği, saldırdığı aynı efendilik mantığını yeniden kullandığı, ‘metafizik’ ya da ‘eski sembolik sistem’ içinde sıkışıp kaldığı, vb. varsayılan açık siyasi eylem alanından kaçınarak, söylem ve farklılığın sözde devrimci gücüne yatırım yapmaktan ibaretti.[14] Barthes, ‘68’in hemen ardından, anlamlı bir örnek vermek gerekirse, Mayıs ayında her yerde bulunan ‘konuşma’nın ‘ele geçirme iradesi’ ile bağlantılı olduğu ve “herhangi bir ‘yeniden doğrulama’nın sesi’ olduğu, fakat ‘zorunlu olarak devrime ait olmadığı’ iddiasını ileri sürmek için Derrida’nın konuşma ve yazı arasındaki teorik ayrımından açıkça yararlandı.[15] Buna karşılık, ona göre Mayıs olaylarında yalnızca çok marjinal bir rol oynayan yazı, ‘eski sembolik sistemden baş döndürücü bir kopuş’tur. Derrida'yı çok açık bir şekilde yineleyerek şu sonuca varmıştı: “Yazının her türlü tahliyesini, konuşmanın her türlü sistematik önceliğini şüpheli olarak göreceğiz, çünkü devrimci gerekçe ne olursa olsun, her ikisi de eski sembolik sistemi koruma eğilimindedir ve kendi devrimini toplumunkiyle ilişkilendirmeyi reddeder.”[16]
1975’te Cixous ve Catherine Clément benzer bir argümanı formüle ettiler ve bunu bariz bir basmakalıp sözü duyurur gibi sundular: “Herkes, iktisadi ya da siyasi olarak tüm kötülüklere ve uzlaşmalara borçlu olmayan bir yerin var olduğunu bilir. Sistemi yeniden üretmek zorunda olmayan bir yer. Bu yer yazıdır.”[17] Bu, edebiyatın burjuva ideolojisine dayanan açıkça yanlış bir ifade olmasına rağmen, özellikle ‘68’in ardından çok sayıda postyapısalcıolarak adlandırılan düşünür, pratik devrimin imkansız ya da tehlikeli olmasa bile en azından ‘son derece sorunlu’ olduğu, oysa teorik ve söylemsel ‘devrimin’ sadece mümkün değil, aynı zamanda bir şekilde daha radikal olduğu kanaatini kabul etti. Farklılığa, belirsizliğe, heterojenliğe ve görünüşte sonsuz bir değer göstergeleri zincirine gururla yer vererek, yazıda bir devrim, dikkatimizi söylemsel ve sembolik olanın daha temel –ve çok daha temelde karmaşık– alanına odaklayarak somut siyasi pratiğin tuzaklarından kaçınabilirdi. Böylece über-sofistike bir anlamlandırma siyaseti, en azından küçük-burjuva entelektüellerinin siren şarkısına göre, sanki teoride bir devrim pratikte bir devrime tercih edilebilirmiş gibi, kara cahil kurtuluş siyasetinin yerini alacaktır.[18]
Pratikten söyleme ve dolayısıyla materyalist tarihten idealist tarihe bu geçişte, ‘68’in kendisi fırsatçı bir şekilde istifade edilebilecek yüzen bir gösterge haline geldi. Lacan’ın, Foucault’nun 1969’daki “Yazar Nedir?” başlıklı dersini takip eden tartışmanın sonunda yaptığı uğursuz açıklama bu konuda örnek teşkil eder. Soru-cevap oturumunun başlarında Goldmann, Foucault’nun ‘genetik olmayan yapısalcılığı’ olarak tanımladığı, özneyi yapılar içinde eriten ve insan failliğini bu yapılar içindeki bir dizi işleve indirgeyen yaklaşımına yönelik Marksist bir eleştiri formüle etmişti. Sorbonne’un işgali sırasında tahtaya yazılan ünlü bir ifadeye atıfta bulunarak –”Yapılar sokağa inmez”– Goldmann, ‘tarihi yapanın yapılar değil, eylemleri her zaman yapısal ve anlamlı bir karaktere sahip olsa da insanlar olduğunu’ savundu. Foucault, yapmaya yatkın olduğu gibi, ‘yapı’ kelimesini ‘asla’ kullanmadığını samimiyetsizce iddia ederek soruyu semantik olarak geçiştirdi ve ‘68 meselesinden tamamen kaçındı.[19] Ne var ki Lacan daha sonra kendine özgü peygambervari açıklamalarından birini yaptı. Bu açıklama, eliptik doğasına ve onu destekleyecek kanıtların yokluğuna rağmen –ya da belki de bu nedenle– daha sonraki tarih tarafından unutulmayacaktır: “Mayıs olaylarının gösterdiği bir şey varsa, o da yapıların sokağa inişidir.”[20] Elbette kimse bunun ne anlama geldiğini bilmiyor, fakat en güçlü öneri, yapısalcıların, mevcut yapıların muhafazakâr koruyucuları olarak isyana sırtlarını dönmek bir yana, bir şekilde onun canlandırıcı ruhu olduklarıdır.[21] Hareketin ‘yeni mandarinlerin bilimi’ olarak tanımlanan yapısalcılığa açıkça saldırması ve ‘yapılar sokağa inmez’ ifadesinin Catherine Backès-Clément tarafından ‘68’deki bir genel kurul için hazırlanan ve Algirdas Julien Greimas’ın önünde bir eleştiri olarak tartışılan üç sayfalık bir önergenin sonucu olması önemli değildir.[22] ‘68, söylemin efendileri tarafından onu maddi tarihten koparıp yüzen bir gösterene dönüştürerek yeniden ele alınabilir ve mücadelelerin aptal ve görgüsüz katılımcılarının düşündüğünden kökten farklı bir anlama geldiğini öne sürmek için alternatif bir gösterenler zincirine bağlanabilirdi.
Reformizm
Mayıs-Haziran aylarının radikal dürtülerine açık olan bazı entelektüeller bu dürtüleri kurumsal reformlara kanalize etmeye çalıştı. Bu durum belki de en açık şekilde, öğrenci ayaklanmasının başladığı Nanterre’deki Paris Üniversitesi’nde ders veren Paul Ricœur örneğinde görülmektedir. Diğer çalışmaları göz önüne alındığında, öğrencilerin isteklerini üniversite reformlarıyla diyalojik bir uzlaşma ‘diyalektiği’ içinde ilişkilendirmeye çalışması şaşırtıcı değildir. Ricœur, Nisan 1969’da üniversitenin dekanı olduktan sonra aktif olarak müdahale etme fırsatı bulduğunda, ertesi yılın başında yönetim kuruluyla birlikte kampüs güvensizliği konusunda ciddi bir açıklama yapmaya ve üniversitenin sıradanlaştırılmasını [banalization] talep etmeye karar verdi, bu da polisin ‘düzeni sağlamak’ için kampüse gelmesine izin vermek anlamına geliyordu. Polis derhal harekete geçti ve sadece birkaç gün içinde eşi benzeri görülmemiş şiddette çatışmalar patlak verdi. Le Monde’da 5 Mart’ta yayınlanan bir makalede alıntılanan bir öğrenciye göre: “‘Sessiz çoğunluk’ daha sakin ve anarşistler arasında polisten daha iyi çalışabiliyor, okuyabiliyor ya da tartışabiliyor. İki gün içinde iki üç aylık kargaşa döneminden daha fazla yaralı oldu, daha fazla yaşam tehdit edildi.”[23] Polis öğrencileri dağıtmak için göz yaşartıcı gaz bombası attı, gazdan boğulanları dövdü, “Öğrencilere ölüm!” diye bağırdı ve onları ‘cenaze arabası’ (ambulans) dedikleri şeylere attı.[24] Daha sonra Ricœur bir açıklama yaparak ‘sıradanlaştırmanın aceleyle yapılmasını’ (ama sıradanlaştırmanın kendisini değil) onaylamadığını beyan etti ve bunun onaylanması ile uygulanması arasında geri dönülmez bir fark varmış gibi, sıradanlaştırmanın derhal uygulanması konusunda kendisine danışılmamasından şikayet etti.[25] Böylece, kendi gözetiminde öğrencilerin polis tarafından dövülmesini mazur göstermek için hayali bir liberal prosedüralizme sığındı. Lyotard, Henri Duméry ve Mikel Dufrenne de dahil olmak üzere felsefe bölümündeki meslektaşlarının çoğu sıradanlaştırmaya karşı çıktı. Sol Ricœur’ü sert bir şekilde eleştirdi ve hatta ılımlılar ona sırtlarını döndü. ‘Ricœur Olduğu Gibi’ başlıklı bir Maoist broşürde şöyle deniyordu: “Polis göçmenleri gecekondularına geri göndermek için orada. Ricœur tarafından çağrıldılar, patronlarla ve burjuva hükümetiyle el ele.... Ricœur tarafsız değil! Ricœur’ün maskesi düştü: ırkçı ve bir polis, işte bugün bir liberalin yüzü.”[26]
Reddetme
Öğrenci-işçi hareketine karşı kamuoyu önünde yapılan saldırıya Aron öncülük etti, fakat diğer pek çok kişi de buna büyük bir hevesle katıldı. Gösterişli bir şekilde ‘öğrenci gücünün terörizmi’ karşısında geri adım atılmaması gerektiğini ileri sürerek, Michel Crozier, Annie Kriegel, Emmanuel Le Roy Ladurie ve diğerleriyle birlikte Fransız eğitim sisteminin savunulması ve yenilenmesi için bir komite oluşturdu. Mayıs ayının son günlerinde Alexandre Kojève kendisine telefonda bunun bir devrim olmadığını, çünkü kimsenin öldürülmediğini ve sadece ‘çerçöp akıntısıyla [ruissellement de connerie]’ uğraştıklarını açıkladığında Aron’un inançlarında rahatladığı görülüyordu.[27] François Mauriac ve André Malraux, Crozier gibi Gaullist rejime desteklerini ifade ettiler.[28] Lévi-Strauss ‘ayaklanmayı niteliksiz bir felaket olarak gördü’ ve 1968 sonbaharında Collège de France’ın aristokratik elitizmini demokratikleştirici reformlardan korumak için bir kampanyaya öncülük etti.[29] Son bir örnek vermek gerekirse, Bourdieu, Georges Canguilhem’in tepkisini şu şekilde tanımlamıştı: “Mayıs 1968’in çalkantılı günlerinde sık sık konuşurduk, bu onun için büyük bir sınavdı: her şeyini eğitim sistemine vermiş ve öğrencilerinin (benim kuşağımdan) öğrenci hareketine sempatisini oportünizm ya da hırstan kaynaklanan bir ihanet olarak gören ‘yobazlardan’ biriydi.”[30]
Fikirlerin Uluslararası Siyasal İktisadı: Eleştirinin Sol Sınırını Kontrol Etmek
"Postmodernizm, olumsuz yönüyle, çok geniş bir eleştirel düşünce ve özgürleştirici siyaset yelpazesini kapatan acımasızca ‘totalleştirici’ bir sistemdir ve bu kapatma nihai ve belirleyicidir."
– Ellen Meiksins Wood[31]
Basit bir karşı olgu, Fransız teorisinin ‘68 düşüncesi olarak uluslararası alanda tanıtılmasının siyasi etkilerini açıkça göstermektedir. Dünyanın dört bir yanındaki entelektüellerin gerçek teorisyenler olarak ciddiye alınmalarının ön koşulu olarak okumak zorunda oldukları en radikal, en ileri ve önemli teorinin Clouscard ve Simon gibi figürlerin devrimci felsefesi ya da bu konuda, büyük Afrikalı devrimci Thomas Sankara gibi ‘68 tarafından radikalleştirilenlerin düşüncesi ya da yine bu gelenek içinde çalışan Georges Gastaud, Annie Lacroix-Riz ve Aymeric Monville gibi çağdaş Marksist teorisyenlerin düşüncesi olduğu bir dünya hayal edin. Yapısalcıların ve postyapısalcıların –ya da en azından önemli bir kısmının– Nietzsche’ninkine benzer aristokratik bir radikalizm bayrağı altında eşitlikçi politikaları ve uluslararası sosyalist projeyi kibirli bir şekilde reddeden, genellikle statükoyu savunan, hatta gerici muhafazakârlığa batan elitist akademisyenler olarak tanımlanacağı bir evren düşünün.[32] Böyle bir dünyada, sözde kavramsal ve söylemsel radikallikleri, emperyal merkezdeki entelektüel mandarinler için bir sosyal sermaye biçimi olarak kabul edilecek ve –söylemenin her zaman yapmanın önüne geçtiği idealist habitusa uygun olarak– tekrarlanan efsunlarla işlerin başka türlü ya da radikal bir şekilde farklı olduğunu ilan etmenin yeterli olduğunu iddia ederken akıntıya karşı yüzmenin tadını çıkaracaklardır.
Bununla birlikte, ABD tarzı emperyalizmin hakim olduğu kapitalist dünyada önde gelen teorinin, radikal değişim yanılsaması yaratırken her şeyi yerli yerinde bırakan, devrimci siyasi önemi olmayan bir teori olması hiç de şaşırtıcı değildir. Fikirlerin uluslararası siyasal iktisadının uluslararası siyasal iktisada uygun olması son derece mantıklıdır. Dahası, Anglo-ABD’nin Fransız teorisini lüks bir haute culture ürünü olarak tanıtması, savaş sonrası entelijansiyası içindeki güçlü bir akıma karşı tarihsel bir hücuma öncülük ederek siyasal iktisada önemli bir katkıda bulunmuştur: Marksizm ve özellikle de Marksizm-Leninizm. Marksist felsefenin yerine devrim karşıtı Fransız teorisinin söylemsel pirotekniğini geçirme girişiminin ve bu teorinin tüm teoriler arasında en eleştirel ve avangard teori olarak tanıtılmasının çok kapsamlı sonuçları olmuştur. En azından bazı çevrelerde, devrimci düşünürleri modası geçmiş, sofistike olmayan veya kabul edilemez olarak itibarsızlaştırarak eleştirinin sol sınırını kontrol altına almaya hizmet etmiştir. Böyle bir yönelim, Fransız teorisinin ya da daha genel olarak eleştirel teorinin doğasını devrimci olmayan düşünürlerin çalışmaları açısından yeniden tanımlarken (bize tekrar tekrar en ‘radikal’ ve ‘tehlikeli’ olanın bu teori olduğu söyleniyor), onları unutulmaya ya da daha da kötüsü Derrida’nın Specters of Marx’ında olduğu gibi postmodern bir teslimiyete mahkum etmeyi amaçlıyor. Üstelik bu değişim çok daha geniş bir projenin parçasıdır: entelijansiyanın ve profesyonel yönetici sınıf tabakasının diğer üyelerinin devrimci siyasetten uzaklaştırılıp komünist olmayan sola ya da daha sağdaki diğer yönelimlere doğru ikna edildiği –ya da kışkırtıldığı– büyük Batılı ideolojik yeniden düzenleme.
Fransa örneğinde, hem ideolojik hem de baskıcı devlet aygıtları bu projede seferber edildi. Fransız teorisi kültürel olarak desteklenirken, entelijansiya da dahil olmak üzere antikapitalist sola karşı acımasız devlet ve kamusal baskı biçimleri uygulandı. Daha 12 Haziran 1968’de, İçişleri Bakanı ve eski Vichy yetkilisi Raymond Marcellin, yaklaşan seçimlerin kampanyası sırasında protestoların yasak olduğunu duyurdu ve 1936'dan kalma bir antifaşist yasaya başvurarak ‘68’e katılan on bir sol örgütü yasakladı (Occident gibi şiddet yanlısı hareketler de dahil olmak üzere aşırı sağın cezasız kalmasına izin verirken). Ne var ki bu, protestoculara karşı aşırı polis şiddetini; sol yayınların ve broşürlerin yaygın bir şekilde sansürlenmesini ve imha edilmesini; sol literatür dağıtan, afiş asan veya devlet izni olmadan ‘68 ile ilgili film gösteren aktivistlerin kapsamlı bir şekilde taciz edilmesini ve tutuklanmasını içeren yıllarca süren karşı ayaklanma baskısının sadece başlangıcıydı; solcuları toplamayı amaçlayan kimlik kontrolleri; solcu eylemlere saldırmalarına izin verilen faşist komando birliklerinin güçlendirilmesi; siyasi mülteciler de dahil olmak üzere sol görüşlü yabancı uyrukluların sınır dışı edilmesi ve vize verilmemesi; 1971’de ‘kamu düzenini bozma ihtimali olan’ her türlü protesto veya kamusal toplantının yasaklanması vb.[33] Bazı rakamlar şaşırtıcıdır: Kasım 1969 ile Mart 1970 arasında sol broşür dağıtmaktan 890 tutuklama; 1970’te solculara karşı 1.284 suç duyurusu; 1968 ile 1972 arasında solculara verilen 1.035 hapis cezası.[34] ‘68’de yer alan entelektüellerin yanı sıra gazeteciler, yayıncılar ve sanatçılar da doğrudan hedef alınarak açığa alınma, işten çıkarılma, nezarete alınma ve hapis cezalarına çarptırıldı.[35] ‘68’i eleştiren moda Fransız teorisyenler, yükselen söylemsel radikallik dalgasına binip Anglo-ABD akademisi tarafından küreselleştirilen bir pazar nişinden cömertçe faydalanırken, ‘68’e dahil olan radikal entelektüeller hem kültürel rütbe düşürme hem de doğrudan baskı ile karşı karşıya kaldılar.[36]
Fransız teorisi, ‘68 ile kurduğu serbest ilişki aracılığıyla, devrimci teorinin, tam anlamıyla yukarıda bahsedilen Sankara ve Lacroix-Riz geleneğinin yerini almaya çalışmıştır. Devrimci teoriyi, emekçilerin mücadelelerini açık bir şekilde aydınlatmaya ve onlara katkıda bulunmaya çalıştığı için basite indirgeyerek reddeden Fransız teorisi, kendisini son derece basit bir denkleme dayanarak radikal bir şekilde yeni, sonsuz derecede karmaşık ve çok daha rafine olarak sunmaktadır: söylemsel gizemcilik ve burjuva kültürel referansların katsayısındaki artış, zorunlu olarak siyasi sofistikasyonda bir artış anlamına gelmektedir (sanki daha fazla ideoloji daha iyi ideolojiymiş gibi). Bu Dionysosçu gösterge oyununun açık bir devrimci kolektif kurtuluş projesiyle bağlantılı olmaması, onun tarihsel rolünü doğrulamaktadır. Eleştiriyi, kapitalizmin doğasında var olan aşırı sömürü, baskı, savaş ve ekolojik yıkıma karşı hiçbir tehdit oluşturmayan, yeni başlayanlar için über sofistike, küçük burjuva bir toplumsal ritüel olarak yeniden tanımlayarak eleştirel teorinin sol sınırını denetim altına almaya hizmet eder. ‘68 düşüncesi mitinin nihai amacı budur: devrimci özü sahte devrimci sembollerle yerinden etmek ve böylece dünyanın ezilen ve çalışan kitlelerinin pratik mücadelesine karşı söylemde hayali bir isyanı teşvik etmek.
-----------------------------------------------------------------------------------------
*Yazının orijinaline https://monthlyreview.org/2023/06/01/the-myth-of-1968-thought-and-the-french-intelligentsia-historical-commodity-fetishism-and-ideological-rollback/ adresinden ulaşabilirsiniz.
[1]“60’lı yılların ünlü düşünürlerinin olaylara, olaydan sonra entelektüel yaklaşımlarını yeniden yönlendirerek tepki verdikleri tartışmasız bir gerçektir.” Lecourt, The Mediocracy, 28, çeviri biraz değiştirilmiştir.
[2]Hem Bernard Brillant hem de Pierre Grémion’un yerinde bir şekilde belirttiği gibi, Mayıs-Haziran 1968 entelektüeller tarihinde bir boşluk olarak kalmaktadır çünkü pek çok yazar o sırada gerçekte ne yapıldığından ziyade olayı çevreleyen hale ve olgu sonrası tepkilere odaklanmıştır. Örneğin bakınız, Grémion, Écrivains et intellectuels à Paris, 80-81.
[3]Épistémon, Ces idées qui ont ébranlé la France’da radikalleşmesine dair ilginç bir anlatı sunmuştur.
[4]“Mayıs-Haziran 1968’de sahnede olmayan,” diye yazıyor Bernard Brillant, “yapısalcılığın bazı ‘usta düşünürleri’ daha sonra kendi paylarına Vincennes Üniversitesi gibi yarı ‘kurumsal’ mücadele alanlarına yatırım yapacak ve en radikal eğilimleriyle birlikte mücadele edeceklerdi.” Brillant, Les Clercs de 68, 564.
[5]Eribon, Michel Foucault, 132, çeviri biraz değiştirilmiştir.
[6]Michel Foucault, Dits et écrits IV: 1980-1988 (Paris: Éditions Gallimard, 1994), 81. Sola doğru bu kayış, Foucault’nun Marksizm-Leninizmi, anarşist güdümlü Fransız Maoizmine dönüşümü de dahil olmak üzere, reddetmeye devam etmesiyle yumuşatıldı: “Foucault établi mitolojisine [établiler örgütlenmek için fabrikalara yerleşen genç entelektüellerdi] katılmıyordu ve Defert’e fabrikalara taşınma konusunda onaylamaz bir şekilde konuşarak, mücadele üniversitelerde yoğunlaşsaydı Mayıs’ın bilgi alanında çok daha geniş kapsamlı etkileri olacağını savundu. Lenin’in gizemli yorumlarına hiç ilgi duymuyordu. Oldukça anlamsız bulduğu ‘Mao Zedung düşüncesini inceleme’ faaliyetine yönelik çağdaş coşkuyu da paylaşmıyordu.” Macey, The Lives of Michel Foucault, 219. Dahası, 68’in ardından Foucault’nun siyasi hassasiyetleri, antikomünist ve müttefiki André Glucksmann’ın sağa savrulmasına benzer bir yönde evrildi: komünizme yönelik ‘anti-totaliter’ eleştirisi ve ‘muhalif’ siyaseti benimsemesi, liberalizme olan ilgisinin artmasına yol açtı. Bkz: Rockhill, “Foucault: The Faux Radical” ve “Foucault, Genealogy, Counter-History,” Theory & Event 23, no. 1 (Ocak 2020): 85-119.
[7]Gilles Deleuze, Negotiations (New York: Columbia University Press, 1995), 170.
[8]Örneğin Guattari’nin Deleuze, Negotiations, 15’teki Anti-Oedipus tartışmasına bakınız.
[9]Bu, Badiou’nun The Communist Hypothesis kitabının ilk bölümünün başlığıdır.
[10]Rancière, The Method of Equality, 16-17, çeviri biraz değiştirilmiştir.
[11]Gabriel Rockhill, “Capitalism's Court Jester: Slavoj Žižek,” CounterPunch, 2 Ocak 2023.
[12]See Clouscard, Néo-fascisme et idéologue du désir, 102.
[13]Bkz: Ossian Gani and Fabien Trémeau, Tout est permis mais rien n’est possible (2011), editionsdelga.fr.
[14]“Farklılığın kutlanması,” diye yazıyor Peter Starr, “politik olanın karşısında durarak, politik olanın bir uzantısına uygun olarak, gerçek politik etkiler iddia ederken, gerçek politikadan kaçınıyordu.” Peter Starr, Logics of Failed Revolt: French Theory After May ‘68 (Stanford: Stanford University Press, 1995), 7.
[15]Roland Barthes, The Rustle of Language (Berkeley: University of California Press, 1989), 153.
[16]Roland Barthes, The Rustle of Language, 154.
[17]Hélène Cixous ve Catherine Clément, The Newly Born Woman (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2001), 72. Grant Kester, The One and the Many adlı kitabında, estetiğin özerkliği mitiyle ilişkilendirerek bu pozisyonun bir eleştirisini sunmuştur: Contemporary Collaborative Art in a Global Context (Durham: Duke University Press, 2011), 19-65.
[18]Terry Eagleton’a göre ‘post-yapısalcılık’, “coşku ve hayal kırıklığının, özgürleşme ve dağılmanın, karnaval ve felaketin karışımı olan 1968’in bir ürünüydü. Devlet iktidarının yapılarını kıramayan post-yapısalcılık, bunun yerine dilin yapılarını yıkmanın mümkün olduğunu gördü. En azından kimse bunu yaptığınız için kafanıza vurmayacaktı. Öğrenci hareketi sokaklardan çekildi ve yeraltına, söylemin içine sürüldü. Düşmanları... her türden tutarlı inanç sistemleri, özellikle de bir bütün olarak toplumun yapılarını analiz etmeye ve bunlar üzerinde eylemde bulunmaya çalışan tüm siyasi teori ve örgütlenme biçimleri oldu.” Terry Eagleton, Literary Theory: An Introduction (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1983), 142.
[19]Michel Foucault, Dits et écrits I: 1954–1975 (Paris: Éditions Gallimard, 2001), 844.
[20]Foucault, Dits et écrits I, 848.
[21]Roudinesco, Lacan’ın iddiasının doğru olduğunu, çünkü onun gibi öğrencilerin ‘Jakobson, Barthes ve Rus biçimcilerinin çalışmaları hakkında kendilerine ders verilmesini’ talep etmek için sokaklara döküldüğünü iddia eder. Roudinesco, Jacques Lacan, 341. Bu ilginç aktivizm biçimi onun durumunda doğru olsa da, çok sayıda yorumcu ve katılımcı, yapısalcılar ile öğrenciler arasındaki kopuklukta ısrar etmiştir. Örneğin Lefebvre şöyle yazmıştır: “Mayıs 1968’e giden yolda, öğrencilerin avangardı, yapısalcı eğilimin dogmatik kibrini reddetti; bu eğilim, kendi payına, bilimsel argümanlarla destekleyerek yarışmacı hareketin kendiliğindenliğini çürütüyordu.” Henri Lefebvre, L'Idéologie structuraliste (Paris: Éditions Anthropos, 1971), 9.
[22]Dosse, La saga des intellectuels français, 42.
[23]Dosse, Paul Ricœur: Les Sens d’une vie (Paris: Éditions La Découverte, 1997), 485.
[24]Dosse, Paul Ricœur, 484. Ayrıca bakınız Maurice Rajsfus, Mai 68: Sous les paves, la répression (mai 1968-mars 1974) (Paris: le cherche midi éditeur, 1998), 116.
[25]Dosse, Paul Ricœur, 484.
[26]Dosse, Paul Ricœur, 483.
[27]Lescourret, Pierre Bourdieu, 237. Ayrıca bakınız David Drake, Intellectuals and Politics in Post-War France (New York: Palgrave, 2002), 133.
[28]Bkz: Grémion, "Écrivains et intellectuels à Paris," 82, ve Richard Johnson, The French Communist Party versus the Students: Revolutionary Politics in May-June 1968 (New Haven: Yale University Press, 1972), 84.
[29]Richard Johnson, The French Communist Party versus the Students, 84. Lévi-Strauss’un Aron’a yazdığı bir mektubu da içeren kampanyası hakkında bkz. Loyer, Lévi-Strauss, 470-71.
[30]Bourdieu, Sketch for a Self-Analysis, 28.
[31]Ellen Meiksins Wood, “’Postmodern’ Gündem Nedir?” In Defense of History içinde, Ellen Meiksins Wood ve John Bellamy Foster (New York: Monthly Review Press, 1997), 14.
[32]William Klein’ın 1978 yapımı filmi Grands Soirs & petits matins, 68’e katılan radikal öğrencilerin samimi bir portresini sunar ve bu öğrencilerin o zamanlar Derrida, Lacan ve diğerlerinin çalışmalarını bir şekilde gerçekten radikal olarak besleyen öğrenciler olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
[33]Rajsfus, Mai 68, 206. Ernest Mandel, Tarık Ali ve Eldridge Cleaver gibi Marksistlerin Fransa’ya girişi yasaklanmıştır (bkz. Rajsfus, Mai 68, 188, 191). Krivine’e göre Mandel, sınır dışı edilmeden önce Latin Mahallesi’ndeki mücadelelerde JCR ile aktif olarak yer almıştır. Chris den Hond’un Ernest Mandel filmine bakınız: A Life for the Revolution (2005), youtube.com.
[34]Rajsfus, Mai 68, 140, 147, 240.
[35]Maria-Antonietta Macciochi ve Judith Miller gibi Marksist öğretmenler ve profesörler akademik pozisyonlarını kaybettiler. Bkz: Rajsfus, Mai 68, 117, 191. Bir öğretmen, bir protestoda sadece ‘CRS:SS’ diye bağırdığı ve Fransız çevik kuvvet polisinin (CRS) Alman SS’lerine eşdeğer olduğunu öne sürdüğü için iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Bkz: Rajsfus, Mai 68, 71.
[36]“1980’lerin başından itibaren,” diye yazıyor Stathis Kouvelakis, “Fransız üniversitesinde ve bağlantılı alanlarda –yayıncılık, ‘yerleşik’ dergiler, medya erişimi– Marx ve Marksizm üzerine ya da bu ikincilere dayanan her türlü çalışmayı meşru tartışma ve araştırma konularının dışında bırakan gerçek bir duvar örüldü.... Marksizm, Bourdieu’nün ‘sembolik şiddet’ dediği şeyin güçlü bir unsurunu, herhangi bir akademik konuma erişimden örtük ama çok etkili bir dışlama ile birleştiren son derece metodolojik bir tasfiyeye uğradı.” Stathis Kouvelakis, Philosophy and Revolution: From Kant to Marx (Londra: Verso, 2018), 354.
Comments